Âşık diyor ya:
"Nesini söyleyeyim canım efendim, gayri düzen tutmaz telimiz bizim..."

Ormanlarımız kül oldu, derelerimiz HES projelerine kurban edildi.
Dağlarımız, taşlarımız madencilik adı altında delik deşik edildi.
Oysa bu topraklar; dört mevsimi bir arada yaşayan, bereket fışkıran, zengin doğasıyla bir cennetti.
Ama ne oldu? Tarım bitirildi, hayvancılık yok edildi, üretim durma noktasına geldi.
Köylü toprağından koparıldı.

Bir ülkenin umudu olan gençler artık bana, “Fatma Abla, herhangi bir iş için referans olur musunuz?” diye soruyor.
Ne mezunusunuz diyorum; “Abla fark etmiyor ki,” diyorlar. Sonra da ekliyorlar:
“Üniversite mezunuyuz ama bir önemi kalmadı...”

Gençler artık bu ülkeye değil, başka ülkelere hayal kuruyor.
Sağlıkçılarımız, mühendislerimiz, akademisyenlerimiz çareyi yurt dışında buluyor.
Çünkü bu topraklarda emeğin karşılığı yok, liyakate kıymet verilmiyor.

“Ekonomi gözlerdeki ışıltıdır” dediler...
Ama halkın gözlerindeki fer sönmeye başladı!
Raflarda ithal ürünler, pazarda yabancı menşeli meyveler, sofralarda borçla alınmış ekmek var.
Yerli ve milli denilen yerde artık kendi kendine yetemeyen bir ülke gerçeği duruyor.

Ve belki de en acı olanı:
Su ve hava kadar yaşamsal olan "adalet", büyük yara aldı.
Yargıya olan güven sarsıldı.
Hakkını arayan susturuluyor, soru soran cezalandırılıyor, eleştiren yalnızlaştırılıyor.

Peki sonuç ne oldu?
Yüzü gülmeyen, geleceğe umutla bakamayan, inancını kaybetmiş bir toplum…

Ama unutmayalım:
Bu ülke hâlâ üretimin, emeğin, hakkın, eşitliğin, kardeşliğin ülkesi olabilir.
Ve hâlâ geç değil!

Yeter ki toprağımıza, doğamıza, emeğimize, gençliğimize ve en önemlisi "adalete" sahip çıkalım.
Çünkü bu ülke bir kişinin, bir zümrenin değil; bu ülke hepimizin!