Tek oğlu bulunan varlıklı bir kişi yaşlanıp yatağa düşer ve oğluna vasiyetini söyler:
“Yatağın altında, içi altın dolu iki tane kese var. Bunlardan biri senin, diğerini de memleketin en büyük eşkıyasını bulup ona vereceksin. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir”der.

Yaşlı adam bir süre sonra ölür. Oğlu, babasının vasiyeti üzerine memleketin en büyük eşkıyasını bulmak için yollara düşer. Fakat nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, ondan daha da namlısı, daha belalısı olduğunu öğrenir ve bu şekilde aylarca dolaşır.
Nihayet, ülkenin yol vermez dağlarla çevrili bir köşesinde öyle bir eşkıya olduğunu öğrenir. Öyle bir eşkiya ki Allah böylelerinin şerrinden saklasın,köylüler korkularından ismini bile fısıldayarak söylermiş. Hükmettiği dağların yamaçları onun öldürdüğü insanların cesetleriyle doluymuş. 

Bizim delikanlı "bundan daha canavarı olamaz'' deyip, eşkıyanın yaşadığı dağa doğru yola çıkmış. Kışın ortasında dağa vardığında eşkıyanın adamları "Tek başına bu karda kışta ne gezersin delikanlı?" 

Hemen delikanlıyı esir almışlar.  
Delikanlı "ağanıza bir hediye getirdim" deyince onu yedi dağın eşkıyasının karşısına çıkarmışlar.
Eşkıya hakikaten dedikleri kadar varmış. Delikanlı cesaretini toplayıp babasının vasiyetini anlatmış ve koynundan kesenin birini çıkarıp yedi dağın eşkıyasına uzatmış:
"Ağam, bunu size vermezsem babam mezarında rahat yatmaz, lütfen kabul edin."
O namlı eşkıyanın yüzünde babacan bir ifade belirmiş:
"Sevdim seni. Safsın, temizsin, dünyadan haberin yok. Benim namım bu dağları sarmıştır doğru, lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha var. Biz eşkıya da olsak, hak etmediğimiz mala el sürmeyiz. Sen şimdi geldiğin yoldan dön, şehre var. Gidip kadı efendiyi bul. Memleketin en büyük eşkıyası odur. Selamımı söyle, bu keseyi ona ver!.
Sonra adamlarına emretmiş:
"Bu yiğidi, başına bir iş gelmeden düze indirin, şehir yolunda bırakın!"

Delikanlı şehre inmiş kadı efendinin konağına varmış, başından geçenleri anlatmış:
-İşte böyle kadı efendi. Bu keseyi hak eden sizmişsiniz, ben de eğer kabul ederseniz size takdime geldim.
Kadı efendi yerinden fırlamış:
"Vay ahlaksız eşkıya Hakkımızda neler” demiş.

Kadı delikanlıya döner;
“Be hey Allah'tan korkmaz kul, sen ne yüzle bana haram para teklif edersin? Şimdi yatırayım mi seni kırbaç altına?"
"Efendim ben de anlatılanlara uydum, ne yapacağımı bilmez haldeyim. Bana acıyın."
Kadı efendi, gözünü uzaklara dikip biraz düşünmüş, sonra kara kaplı kitabı açıp sakalını sıvazlamış:
-İmdiii..Bir din ve devlet temsilcisinin böyle açıktan para kabul etmesi hem “kanun-u âliye”, hem de Allah rızasına münasip olmayıp, alan da veren de bu âlemde ve mahşerde suçlu durumuna düşer. Ama eğer biz aramızda bir ticari akit tanzim eder ve
sen bana bu bir kese altını bir alışveriş neticesinde takdim edersen, ben de bunu senden bir hizmet karşılığı alırsam şer'an caiz olup başkaca bir işlem yapılması gerekmez. Yani, kısacası, ben bu altınlar karşılığı sana bir şey satacağım.
-Ne satacaksınız kadı hazretleri?

Kadı efendi, elini uzatıp pencerenin dışını göstermiş:
-Bak bu dışardaki bahçe ve civarındaki cümle arazi bana aittir. Şimdi bak bakalım, ne görüyorsun bu arazinin üzerinde?
-Kar, her yeri bembeyaz kar kaplamış.
-Pek güzeeel.. İşte ben bu arazideki karları bu kese altın karşılığı olarak sana satacağım.
-Tamam Kadı efendi.

Altın kesesini kadı efendiye teslim eden çocuk, huzur içinde oradan ayrılmış. Memlekete gitmeden önce bir handa geceleyip hem karnını doyurmayı hem de biraz dinlenmeyi düşünmüş.
Handa horul horul uyurken, sabaha karşı kadının emrindeki zaptiyeler kapıyı yumruklamışlar.

-Kalk hele, kadı efendi seni görmek ister, davası varmış.
Genç çocuk ;
“ne davası” dese de yaka paça kadının huzuruna çıkarmışlar.
Kadı efendi hiddet içinde. Daha, “selamın aleyküm” diyemeden kadı efendi bağırmış:
-Be hey utanmaz, arlanmaz 
eşkiya kılıklı işgalci. Biz seninle dün akşam arazimdeki karları satın aldığına dair mukavele imzalamadık mı?
-İmzaladık kadı efendi, ben de karşılığını size takdim ettim.
-Sus!..Bak bakayım dışarıya, ne var arazimin üzerinde?
-Ne olacak, kar var. Tıpkı dünkü gibi.

-Mel'un, hala konuşuyor! Dün sen bu karları benden satın almadın mı? 
-Aldım efendim.
-O halde senin karların ne hakla benim arazimi işgal ederler? Şimdi bu işgal, kanun dairesine ve de hak rızasına uygun mudur? Derhal kaldır o karları benim arazimden, yoksa, vallahi acımam seni işgalcilikten hapse attırırım!
-Aman efendim, dönümler dolusu karı ben nasıl kaldırayım?
-Onu, arazimi işgal etmeden önce düşünseydin! 
Delikanlı yine yalvarmış:
-Efendim, ocağınıza düştüm, yok mudur bu işin de kitaba uygun bir hal yolu?
Kadı, kara kaplı kitabı tekrar açmış, bir müddet mırıldanarak okuduktan sonra:
-Vardır!.. 
Sen arazimin işgal bedeli olarak bir kese altını bana verirsen, bu karları burada tutmaya iznim olduğunu belirtir bir mukavele imzalarsak mesele çözülür. 
Delikanlı çaresiz kabul eder ve babasının kendisine bıraktığı kese altını da Kadı efendiye verip kurtulur.

Delikanlı oradan ayrılırken kendi kendine söylenir;

-Hey gidi yedi dağın efesi, Sen haklıymışsın. Daha büyük eşkıyalar da varmış. Senin açık açık yaptığın eşkıyalık, bunların kanunla yaptığı eşkıyalığın yanında nedir ki!...
(Alıntı)