Sen gidince anladım.

Sobaya odun atma ile ısınamayacağımı,

Geceleri gözlerimi tavana dikerek sabahın olmayacağını,

Baharda nevroz çiçeklerinin bitkinliğini…

Sen gidince anladım.

Irmakların coşku ile akmayacağını,

Kum taneciklerinin saymakla bitmeyeceğini,

Güllerin mahzun, bülbüllerin suskun olduğunu,

Kalp ritimlerimin düzensiz atacağını,

Dağ yolunun sana çıktığını,

Deniz yolunun sana,

Ovada her yolun sana çıktığını sen gidince anladım.

Sen gidince anladım.

Bulutların maviliklerde kaybolacağını,

Suçsuzların mahkum,

Suçluların özgür,

Gülüşlerin sahte,

Bakışların asi,

Uykuların paramparça olduğunu...

Sen gidince anladım aynalara bakmanın anlamsızlığını,

Sen gidince anladım uslu çocuk olmanın mecburiyetini,

Yemek seçmenin eskilerde kaldığını,

Mızmızlamanın bir tek sana olduğunu,

Islanmanın ağır bedelleri olduğunu,

Sen gidince anladım anne,

Toprağa sarılarak hasretin dinmeyeceğini,

Fotoğraflardan kokunun alamayacağımı,

Cennet kokusunun senle birlikte toprağa gömüldüğünü,

Berekete dolu vurduğunu sen gidince anladım anne…

Bir mezar taşı ile dertleşeceğimi sen gidince anladım.

Bir patikada yolların sana çıkması,

Sonsuzluğun soğuk kapısında,

Gözlerinin rengini bir zambak çiçeğinde arayacağımı,

Ellisinden sonra yetim ve öksüz kalabileceğimi,

Gizli gizli ağlamanın ne olduğunu sen gidince anladım anne.

Bir bahar yağmurunda toprak kokusunu severdin.

Güneş tepemizdeyken gökyüzünde,

Hayallerimizle bir dünya kurardık.

İnancın kuşatırdı benliğimi,

İlmek ilmek dokunurdu yüreğime.

Nasırlı ellerinin kutsiyetini,

Alın terinin şifa olduğunu sen gidince anladım.

Seni yazmanın ne kadar zor olduğunu,

Sen gidince anladım anne…

Kirpiklerimin ucundan eksik olmuyorsun.

Hasretin alev alev,

Boynun bükük karanlıkları örterken üzerime,

Yıldızların bir bir kayacağını,

Şehir ışıkları ile hasbıhal edeceğimi,

İçimde hiç büyümeyecek bir çocuk olduğunu,

Sen gidince anladım anne,

Sen gidince…

Fahrettin Çelik