Mısır’da çağdaş Firavun Sisi, dünyanın gözü önünde resmen katliam yapıyor. İhvan’a mensup kim varsa hepsini topluca katlediyor.

            Sözde demokrat libasına bürünen Batı âlemi ise, Ortadoğu’nun göbeğinde olup bitenlere karşı adeta kör, sağır, dilsiz politikası uyguluyor.
            Dünyanın herhangi bir yerinde en ufak bir hayvanın ölümüne dahi karşı ayaklanan hayvan severler bile sus-pus olmuş, sözde ilkeleriyle çelişmekteler.
            İhvan-ı Müslimin mensupları ise, her türlü katliama, baskı ve sindirme operasyonlarına karşı şahadeti göze alarak, iki farklı meydanda bir araya gelerek, zamanın Firavunlarına karşı haykırıyor…
            Yaklaşık iki aydan buyana omuz omuza vererek zalimlere, zorbalara, anti demokratlara ve jakobenlere karşı asil bir duruş sergileyen İhvan’ın mesken tuttuğu meydanların biri Nahda, bir diğeri ise Rabia-tül Adevviye…
            Pekâlâ demokrasi mücadelesiyle ünlenen Rabia-tül Adeviyye Meydanı’nın ismi nereden geliyor, kimdir bu Rabia-tül Adeviyye?  
            Rivayet olunur ki; Rabiatül Adeviyye, tabiin devrinde yetişen büyük hanım evliyalardandır. Dünyaya düşkün olmaması ve ibadetleriyle meşhur bir hanımdır. Basra’da doğdu. Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismini bu manaya gelen Rabia koydular.
Babası çok fakir olduğundan o doğduğu gece evinde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Annesi çok ağlayıp mahzun olmuştu. O gece babası rüyasında Peygamberimizi (sav) gördü ve kızının büyük bir kimse olacağı müjdelenip, Basra beyine bir kâğıda; “Her gece Rasulullah’a yüz salâvat getirdin, dün gece unuttun, bunun için bu kâğıdı getirene 400 dinar ver” diye yazıp götürmesini söyledi.
Bunun üzerine babası böylece yazıp götürdü. Basra beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip, onlara hep yardımcı olacağını söyledi. Bundan sonra rahatlayıp kızlarını büyüttüler.
Rabia-tül Adeviyye biraz büyüyünce anne ve babası öldüler, kız kardeşleri dağıldı. Basra’da kıtlık baş gösterdi. O da bir ihtiyara hizmete (köleliğe) başladı. Öyle ki bir gece; “Ya Rabbi, biliyorsun ki benim arzum senin emirlerine uymaktır. Eğer iş benim elimde olsa sana ibadetten bir an geri kalmazdım, fakat ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibadet edemiyorum” derken efendisi bunları duydu ve onun nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azad etti ve kabul ederse ona hizmet edebileceğini de söyledi. Ancak Rabia-tül Adeviyye kabul etmeyerek, O’nun yanından ayrıldı.
Günlerini sürekli ibadetle geçirirdi, geceleri de ibadet ederdi. Kefenini daima yanında taşır, namazını üzerinde kılardı. Kefenini yanına almadan gezdiğini, konuştuğunu kimse görmedi. Çok oruç tutardı. Bir defasında bir hafta yiyecek bulamadı, sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi, nefsine eziyet ettiğini düşünürken kapı çaldı.
Bir tabak yemek getirdi, mum almaya gitmişti ki döndüğünde kedinin yemeğini döktüğünü gördü. Su bardağını almaya gitti mum söndü, içmek isterken bardak düştü kırıldı. O da; “Ya Rabbi, bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum” diyerek ah çekti!
Bu “ah”tan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu: “Ey Rabia, istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım fakat gamımı alayım. Çünkü benim gamım ile dünya bir arada bulunmaz!” Bu sözü işitince şöyle dua etti; “Ya Rabbi, beni seninle meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma!”
Bir gece yarısı yine kalkmış Rabb’i ile baş başayken arkadan biri yaklaşmış O’nun münacatını dinliyor. “Allah’ım gece oldu sevgililer sevgililerinin yataklarına gittiler. Aşık- maşuk şimdi sarmaş dolaş. Benim maşukum sensin! Bende kalktım senin yanına geldim!
Sana çeşitli şeyleri şefaatçi olarak arz ediyorum. Benim sevgimde bir hayli derindir… İsteğim, dileğim çoktur. Aşığın maşuktan istediği her şeyi istiyorum. Aşkımı şefaatçi değil, senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum!”
Dikkat ediniz bu emin bir kalbin ifadesidir.
Allah’ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek istiyorsanız O’nu ne kadar sevdiğinize bakın’ O öyle çok, öyle delicesine seviyordu ki Rabbi’nin de O’nu ne kadar sevdiğini bildiğinden kendi sevgisini değil Rabbi’nin O’na olan sevgisini şefaatçi yapıyordu.
Rabia-tül Adeviyye son derece tevekkül ve sabır ve her türlü güzel ahlaka sahip, dünyaya değer vermeyen, yani düşkün olmayan, Rabbi’nin rızasından başka bir şey düşünmeyen, gece ve gündüzünü O’na ibadet ve tefekkürle geçiren, hayatı boyunca çok işkence ve eziyet görmesine rağmen imanından dönmeyip sabreden, kısacası gözlerine Rabbi’nin hayalinden başka hayal girmeyen çok yüce bir kadın evliyadır.
752’de (doğumu bilinmemektedir) Kudüs civarında vefat etmiştir. Allah bizi onun şefaatine nail eylesin.
 
Hz. Rabia-tül Adeviyye Hakkında…
           
            Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer, namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur:
            “Ya Rabbi (c.c) şu vakitte birçok kimse uyudu, birçoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim, çünkü benim sevdiğim sensin!”
            Sonra zikre başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuyakaldı.
Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna; “oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye söylendi.”
            Lakin bir kaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü; torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok! Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı.
            Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu! Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dedi ki; “Ey hırsız! Seven uyudu ama sevilen ayakta!
Hırsız o anda Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldu!
            Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…
 
     Bilal KARADAĞ