Geçenlerde köpeğim İrene’yi sokak aralarında dolaştırırken apartman isimlerine bakacağım tuttu. Şaşa kaldım birinin adını okuyunca; “Kurnaz Apartmanı” yazıyordu koca koca puntolarla.

Nasıl hissediyorlar acaba içinde oturanlar adres bildirimi yaparken diye düşünmekten kendimi alamadım. Ben şahsen o apartmanın bir sakini olsaydım hiç de hoşlanmazdım alenen kurnazlığımın böylesine ifşa edilmesinden. Çünkü salağa yatmak genel geçer kural olarak daha cazip gelir bana. Ne de olsa manipülasyona daha yatkın ama öbürü öyle mi, çok büyük meydan okuma bence.

Hani derler ya, yere düşse bir avuç toprakla kalkar. İşte benim de öyle etiketlediğim insanlar oldu hayatımda. Sonra baktım ki ben de çıkarlarım doğrultusunda hareket ediyorum, anlayışım biraz daha arttı kendime ve başkalarına. Burada da durmadı zihnim, az çok okur- yazar olmamın arkasına da sığınarak aslında olanın da zaten bu olduğuna dair bir kanıt buldum kendime yaratılışa dair. O da şuydu; cinsel birleşme esnasında ( umarım leylek faslından özgürleşmişsinizdir ) hücuma geçen erkek eşey hücrelerinden hangisi daha kıvrak ve hızlı davranırsa kadının eşey hücresiyle buluşup amaca ulaşır. Yaşamın esprisi de burada yatıyor bence. İsterseniz gelin diğer bir yaratılış mitinde de bahsedildiği gibi şeytanın kurnazlığını da katalım işin içine. Oldu mu size kıvrak ve kurnaz, tam sözün hakkını verdik böylece. Yere düşüp bir avuç toprakla kalkmıyorsak zaten bu yaşam bitmiş demektir yine bence.

Tabii, oradan yani atasözleri, deyimler, deyişler gibi geleneksel alandan; ezoterik bilgilere sıçrayan zihnim, varlığımın ne kadar kıymetli olduğunun altını çizdikçe; iyice bir kendine ve yaratana güven duygusu gelişiyor derken bu silsile uzar gider cancağızım. Onun için iyice kafamı karıştırmadan sadeleşeyim ve geçirdiğim gün üzerinden kendimi ifade etmeye çalışayım en iyisi.

Rastalarımın bakımı ile ilgili yardım aldığım kişiyle sabah görüştüm yola çıkar çıkmaz. Video atmamı söyledi. Fakat ben nasıl ensemin videosunu çekip göndereceğim diye tasalanırken öğle üzeri koskoca ilde yolda karşılaştık ve hizmet kolaylıkla gerçekleşti. Yani iyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş ya, pek memnun oldum. Yüksek Gücüme şükür minnet. Akşamına bir toplantıda bir arkadaşımla çatıştım. Zangır zangır titredim sinirden. Manipülasyona verdiğim aşırı tepki üzdü beni. Kıvrak ve kurnazca yapıştırdım lafı, yani taşı gediğine koydum. Hani yine o iki uçta salınmak. O kadar otomatiğe bağlanmış ki manipülasyona verdiğim tepki, ben kül yutmam abi. Hani şu kurnazlık meselesi. Bir kere de yut abi ya da işte hoşgörü göster gösterebilirsen yani.

Bu günlük aktarımdan yola çıkacak olursam; nasıl olumluya şükür minnet duyuyorsam olumsuz diye nitelendirdiğimden de dersimi alıp şükür minnete geçmektir niyetim. İnanın artık ben, benle uğraşmaktan yorgun düştüm. Mutluluk değil gün geçtikçe aradığım, kendimle barış istiyorum. Çünkü biliyorum ki kendimle barıştığım an dünyayla da barışacağım. Mümkün mü? Bilmiyorum. Bu ‘bilmiyorum’ sözcüğünü de eskisi kadar rahat kullanamıyorum artık. Çünkü bilgi olarak şunu da sahibim; duygusal yoksunluk şemamda güvenli bağlanma ile ilgili kısa düşüşlerim var. O yüzden bu şemaya sahip insanların yaptığı gibi duygularımı adlandırmak ve onların sorumluluğunu almak zor geliyor. Kolaylaşmasını diliyorum.

Bir yazının daha sonuna geldik. Yüksek Gücüme yalnızca bugün için şunu söyleyebiliyorum:

“Verdiklerin, aldıkların ve bıraktıkların için şükürler Olsun!”