Hayatta bazı acı anlar vardır. O acı anlardan öğrendiğimiz dersin etkisi yıllar boyunca sürer. Ve bir gün bakarsın ki o acı olay hayatımızı yeniden şekillendirmemiz için bize yol göstermiş.

Ben iki yaşındayken babamın tayini İzmir/ Selçuk’a çıkmış. Selçuk çok şirin bir yerdi. Dopdolu tarihiyle dünyanın her yerinden turistlerin ilgisini çekerdi. Ben, o zenginlik içinde büyüdüm. Bir kız çocuğu olarak orada büyümek çok rahattı. Şortlarımla, kısacık eteklerimle ağaç tepelerinde, bisiklet tepelerinde dolanıp durdum. Bisikletten inmezdim. Dışarıda hayat güzeldi. Sokakta oyunlar oynardım ve saatlerce içeri girmezdim. Bazı günler ancak hava karardığında zar zor girerdim içeri. Hatta herkes girsin diye de “evli evine, evi olmayan sıçan deliğine“ derdim. Evet, hayat dışarıda çok şenlikliydi. Ama evin içi o kadar da şenlikli değildi.

Annem ev hanımıydı, aynı zamanda usta bir terziydi. Babam izin vermediği için dışarıya dikmese de bizleri çok güzel giydirdi. Özellikle tek kız çocuğu olduğum için ben bundan çok nasiplendim. Bir bebek gibi özenle giydirip süsledi beni her zaman. Babam ise Kaymakamlıkta Yazı İşleri Müdürüydü. Kaymakamlar çoğunlukla şehir dışı göreve gittikleri için babam vekil Kaymakamlık yapardı. Yani onun yerine çalışırdı. Biz Resmi Geçitte yürürken babam hep protokolde olurdu. Bu, ona olan hayranlığımı artırırdı. Babamın kürsüdeki o heybetli duruşu hâlâ dün gibi gözlerimin önündedir. Çok yakışıklıydı. Çok şık giyinirdi. Hep bakımlı olurdu. Başında saç olmadığı için fötr şapka takardı. Ben, babama hayrandım.

Okulda derslerim çok iyiydi. Başarılı bir öğrenciydim. Fakat mahallede, okul dışı zamanlarda çok yaramazdım. O yaramazlıklarım dillere destandı diyebilirim. Babamın erkek gibi kızı olarak hep kavga dövüş içindeydim. Yara berelerim eksik olmazdı. Bütün bu yaramazlıklarımı babam dudaklarında hafif bir gülümsemeyle karşılardı. Benden küçük iki erkek kardeşim vardı. En küçük kardeşimle ilişkilerimiz güzeldi. Ona bakardım, onu şefkatle sarıp sarmalardım. Ama benim bir küçüğüm olan kardeşimle aramız o kadar da iyi değildi. Çok çekişmeliydi. Bir türlü anlaşamazdık. Babam da farkında olmadan desteklerdi bunu hep. Güreştirirdi bizi. Büyük olduğum için doğal olarak ben yenerdim. İşte o zaman tüm yaramazlıklarımda dudaklarında olan o gülümsemeyi göremezdim. Bir de bizimle birlikte yaşayan babaannem vardı. Onun da gözdesi kardeşimdi. Annem, kardeşimle yaşadığımız anlaşmazlıklarda haklıysam benim tarafımı tutarken babaannem suçum olmasa da beni bir köşeye sıkıştırır ve kızardı. Zaten hiçbir şey yapmasa bile, emekli ebe- hemşire olduğu için sürekli elinde gezdirdiği koca koca iğneler beni korkutmaya yeterdi. Ödüm kopardı.

İşte bunca çekişme, kavga gürültü ve hengâme içerisinde benim kaçıp saklandığım yer babamın kitaplığıydı. Babam kitapları çok severdi. Çok zengin bir kitaplığı vardı. Hep yeni çıkan kitapları takip eder, onları alırdı. Annem için ise bütün bunlar fuzuli harcamalardı. Belki babama duyduğum hayranlıkla belki de onun gözüne daha çok girebilmek için, ben geri kalan bütün zamanımı o kitaplıkta geçirirdim. Çok okudum.J.J. Rousso’dan başlayarak bütün Batı Klasiklerinden tutun da Karacaoğlan’a varıncaya kadar kitaplıktaki tüm kitapları okudum. Ne anladın o yaşında diye sorsanız? Bilemem ne anladığımı. Ha bir de babam benim için de kitaplar alırdı. Hatta bu kitaplardan bir tanesi başucu kitabım olmuştu. Çocuk Kalbi. Onu çok severdim ve dönüp dönüp okurdum. Yani kitaplar benim içimde kocaman bir dünyaya açılan kapılardı.

Yazları Pamucak sahiline giderdik. Orası çok güzel kumsalı olan bir plajdı. Sahil boyunca sazdan çardaklar kurulurdu. Biz de hep sazdan çardaklarda konakladık. Fakat o yaz babam bizim için ahşaptan bir baraka yaptırmıştı. Bu beni çok mutlu etmişti ve kendimizi çok zengin hissetmiştim. Babama hayranlığım bir kat daha artmıştı. Pamucak’ta ben diyeyim iki siz deyin üç ay boyunca kalırdık. Yani yazın başında gider, tekrar okullar açılıncaya kadar orda kalırdık. Gündüzleri denize girer, oyunlar oynardık. Pamucak’ın o ipek gibi kumlarında kâh uzanır güneşlenir kâh kumdan kulelerle uğraşıp dururduk. Güneşten kavrulur kapkara olurduk. Çok eğlenirdik. Bir çocuğun arzu edebileceği her şey vardı. Hele midye kabuğu toplamak ayrı bir zevkti. Sonra onları çamurdan yaptığımız evcilik oyunu araçlarımızı ve kumdan kulelerimizi süslemek için kullanırdık. Çok zengin bir dünyaydı her şeyiyle.

Geceleri ise ateş yakılırdı kumsalda. Etrafında toplanırdık, şarkılar söylenir, danslar edilirdi. Muhakkak bir akordeon çalan bulunurdu. Tenhalarda gençler gizli gizli buluşurdu karanlıktan güç alarak. Çardakların önleri akşamüstü sulanıp tırmıklandığı için hemen masalar kurulmaya başlanırdı o hazırlanmış yerlere. Bazen de denizin içine içki masaları kurulurdu. Biz çocuklar da o masalardan birazcık nasiplenebilmek için etrafında dolaşırdık. Şansımızı denerdik. Gece masalar uzun sürer, her şey olduğu gibi bırakılır herkes yatmaya giderdi. Ertesi sabah her şeyi önceki geceden kaldığı gibi bulmak mümkündü.

İşte böyle bir gecenin sabahında erkenden uyandım. Deniz kıyısında akşamdan kalma yemek masası, boş şişeler kısacası her şey kumların üstünde öylece duruyordu. Komşumuzun oğluyla karşılaştık. Akrandık. Onlar sazdan çardaklarda kalıyorlardı. Bizim gibi değillerdi. Ayaküstü konuşmaya ve birbirimizi gıcık etmeye başladık. Birden “Senin babanın da başı hava alanı gibi” dedi. Bunu duyar duymaz bana ne oldu bilmiyorum. Ne zaman kumların üstündeki rakı şişesini aldım, ne zaman çocuğun kafasına indirdim. Hatırlamıyorum. Sen ha, benim babama ha! Bir anda gözümün önünde yere düştü. Birden bire herkes çevresine toplandı. Ben kimseye görünmeden doğru ahşap barakanın girişindeki divanın altına saklandım. Etrafta insanlar koşturuyor, seslenip beni çağırıyorlardı. Çıkmadım. Orada saklandım. Zaman o kadar uzadı ki sanki üç gün üç gece orda kaldım. Ne yapacağım diye düşündüm. Ya ona gerçekten zarar verdiysem ya gerçekten bir şey yaptıysam ya gelip polisler beni alırlarsa... Sonradan haber geldi. Üç dikiş atılmış, durumu da iyiymiş. İçim ferahladı. O yaz bu olayın etkisi, o ilk andaki korkum günden güne dağıldı. Ve yeniden yazın tadını çıkarmaya başladım.

Ara ara bu olay aklıma geldi. Zaman içerisinde o biricik olayın ve diğer yaşadığım çocukluktaki şiddetin nasıl hayatımı şekillendirdiğini gördüm. Şiddete maruz kaldım. Şiddet uyguladım. Şiddet benim için bir iletişim kurma şekline gelmişti. Yıllar sonra anladım. Bugün artık bambaşka bir Özlen var. Bugün artık Özlen; şefkati, yumuşaklığı, nezaketi hayatına davet etmek için çok istekli.