Biricikliğimize mi odaklanacağım yoksa benzerliklerimize mi bilemedim. İyice kafam karışıyor bazen. Eh sabah sayfaları çalıştığıma göre biricikliğime odaklanayım o zaman diye, oturdum bilgisayarın başına ve yazmaya başladım. Bakalım neler çıkacak kısmetimize bugün.
Yapıcı eleştiri adında bir yaklaşımla uzun süredir eleştiri kavramına bakış açımı değiştirme gayreti içindeydim. O da yetmedi şimdilerde ‘mesleki deformasyon‘ adı altında eleştirinin biri bin para bende de dolayısıyla hayatıma girenlerde de. İşte aynı ben kısmı buraya uyuyor bak.
Benim ‘mesleki deformasyonum’ sözcükler. Çocukluğumdan beri sözcükleri doğru yazmak ve okumak derdim olmuştur hep. Hatırlıyorum ‘kâğıt‘ sözcüğünün telaffuzu ile ilgili çok sıkıntı çekmiştim ve çok şükür azmim sayesinde daha okul sıralarında o sözcük sorun olmaktan çıkmıştı benim için. Dişiniz çekilir çok acı çektiğinizi unutmazsınız ama acıyı hissetmezsiniz ya, onun gibi bir şey işte. Çok acı çektiğimi anımsıyorum ama artık çok rahatlıkla telaffuz ettiğim için acı yok.
Tabii hiçbir zaman sıkıntım bitmedi bu konuda. Yabancı dilim olmadığı ve dilimiz de genellikle bu tür sözcüklerle dolu olduğu için derdim olan sözcükler değişse de derdim devam etmekte. Yeri geldikçe çok zorlandığımda bazen şefkat gösterebiliyorum kendime. Fakat belki mesleğimden dolayı başkalarını bırakın da kendime karşı genellikle çok insafsız davranabiliyorum.
Daha bugün kendi içimde yaşadığım bir örnekle söze devam edeyim. Sosyal medyamda yıllar önceki bir anıyı paylaştım yenice. Orada zaman zaman kullandığım ‘ilmik ilmik ‘ ikilemesini kullanmışım. Kızdım kendime yanlış yazmışsın, bu ikilemeyi sen telaffuz ederken de böyle söylüyorsun hep; dedim demesine de bir yanımla da ama zaten doğrusu da bu diyorum. Bir kızıyorum bir çelişkiye düşüyorum derken kesin yanlış olduğuna karar verdim. Hadi bunun doğrusunu öğrenelim ve uygulayalım dedim Google’a sordum. Aslında ilmik doğru kullanımmış benim kastettiğim kavram doğrultusunda.
Merak edenleriniz varsa diye yazıyorum:
İlmek: Çözülmesi kolay düğüm.
İlmik: Türkçe kökenli olup örme kumaşın temel yapı birimi olarak tanımlanabilir. Ayrıca ilmik atmak, halı dokurken düğümleri bağlamak anlamında kullanılır.
İşte bu bazen kendime yaptığım haksızlığın bir göstergesi. Yıllardır kendince dile hizmet eden bir insan olarak bu tür takıntılarım, şüphelerim beni o kadar yoruyor ki hiçbir şey yapasım gelmiyor. Bu yetmezmiş gibi bir de birbirimize doğrulttuğumuz eleştiri oklarını düşününce vallahi sanat adına bir şeyler yapma gayreti içinde olanları gidip alnından öpesim geliyor. Umarım kendime de bu aferini çok görmem artık.
Öyleyse çoğu zaman yaptığım gibi alıntılarla da pekiştireyim, aslında hepimizdeki sanatçının Yüce Yaratıcı tarafından desteklendiği fikrini:
“Birçoğumuz zorluk ve erdemi- sanat ile oyalanmayı- eşit tutarız. Sıkı çalışmak iyidir. Berbat bir iş, ahlâki dokumuzu güçlendiriyor olmalıdır. Bize kolayca gelen ve bizimle uyumlu görünen bir şey- diyelim ki resim yapma yeteneği- kesinlikle ciddiye alınmaması gereken ucuz bir oyundur. Bir yandan lafta Tanrı’nın bizim mutlu, neşeli ve özgür olmamızı istediği görüşünü destekleriz. Diğer yandan içten içe, sanatçı olacak kadar yozlaşırsak Tanrı’nın bizim beş kuruşsuz kalmamızı istediğini düşünürüz. Tanrı hakkındaki tüm bu fikirler için elimizde herhangi bir kanıt var mı?
Tanrı’nın yarattıklarına bakınca yaratıcının kendisinin de ne zaman duracağını bilmediğini oldukça açık biçimde görürüz. Pembe çiçeklerden bir tane değil, elli tane değil, yüzlerce vardır. Kar taneleri, elbette yaratıcı şenliğin zirve örneklerindendir. Birbirine benzeyen iki kar tanesi yoktur. Bu yaratıcı, şüphe yaratacak biçimde, yaratımcı girişimlerimizde bizi destekleyecek birine benzemektedir.”
Hadi o zaman, gökten üç elmayı düşürelim, ay pardon masallardan değil gerçeklerden bahsediyorduk değil mi! O zaman şöyle bitirelim:
“Yapmaya değer olan herhangi bir şeyin, kötü yapılmaya da değer olduğunu kabul etmeye hazır olduğumuzda seçeneklerimiz genişleyecektir.’ Mükemmel yapmak zorunda kalmasaydım, şunu denerdim...’
Diyelim ve şıkları yorumlarda görelim bakalım. Teşekkürler.
Not: Tüm alıntılar Julıa Cameron’ un “Sanatçının Yolu“ adlı kitabındandır.