Aysel, yarı uykulu fırladı yataktan. El yordamıyla telefonunu aradı. Alarm çalmamış mıydı ya da çalmış o mu duymamıştı? Işığı açtı. Telefon her zamanki yerinde yoktu. Anlaşıldı çok yorgun olduğu akşamlarda yaptığı gibi yatak odasına almayı unutmuştu telefonunu.

Dışarıdan gelen trafik sesine bakılırsa ortalık hareketlenmişti. Yine beşte kalkamadım diye hayıflandı. Hoş alarm çaldığı zaman da çok uzun süredir beşte kalkamıyordu, altıyı buluyordu yataktan çıkması. Bu durum onu üzüyordu açıkçası. Neyse dedi içten içe ve gerinme hareketlerini yapmadan yatak odasından çıkmadı.

Yan odada telefonuna ulaştığında baktı ki saat altı. Hemen verandaya açılan mutfak kapısına gitti sabahlığını üstüne geçirerek. Önce kapının arkasında yazılı olan ( zaman zaman yeniayla birlikte değiştirdiği) duasını etti sesli olarak ve anahtarı çevirdi. Kapıyı açar açmaz Maviş ve Fıstık karşıladı onu. İki dişi sokak kedisi olarak kadınca sohbetler edildi hep birlikte henüz uyku mahmurluğunda. Onların mamalarını verir vermez bahçe kapısını açtı bolluk ve bereket duasıyla. Arkasından yan arsadaki sokak kedilerini beslemek için sokağa çıktı. Sabahın sessizliğinde bahçe kapısının açıldığını duyan özellikle iki siyah yavru kedi fırladı geldi ona doğru. Ayaklarına dolandılar. Düşeceğim diye ödü koptu her sabahki gibi. Zar zor arsaya vardılar hep birlikte ve mamalarını verdi diğer toplaşan kedilerle yesinler diye.

Koşar adımlarla eve döndü. Çöpleri ve köpeği İrene’nin akşamdan kalan bahçedeki kakalarını topladı. Bütün bunları çöpe atarken bir önceki günün ağırlıklarından özgürleşmek niyetini tazeledi.

Sıra İrene ile ilgilenmeye gelmişti. Onun yattığı odanın kapısını açtığında silkelenerek, kuyruğunu sallaya sallaya dışarı yöneldi hemen İrene. Havalar henüz soğumadığı için ona da mamasını verandada yedirdi Aysel. Kendi yorgun olduğu için de dışarıya çıkarma işini erteledi.

Artık sıra ona gelmişti. Saçlarını taramakla başlayan sabah bakımına girişti. Bir yandan da kahvaltı hazırlamaya ve bugün yapılacak olan ıspanak yemeğinin hazırlığını da aralara serpiştirerek kotarmaya çalıştı. Örneğin ıspanakları suya yatırdı toprakları iyice çöksün diye. O yıkama sularını da ziyan olmasın dedi çiçeklere döktü. Havalar hafif serinlediği için hortumla sulamasına gerek kalmadı bahçedeki ve saksıdaki çiçekleri. Verandayı da yıkamayacaktı bugün. Şöyle kuru kuru süpürdü sadece.

En iyisi burada kesmek anlatıyı. Böyle bir girişe neden gerek duydum. Anlatılar sınıflandırılır ya, bence bu yine bizim işgüzarlığımız diye düşünüyorum. Şimdi ben bunu; bir roman kahramanı olarak Aysel’ in günlük rutini içinde verebilirim ya da kendimi paylaşmak adına Özlen olarak da verebilirim. Kızdığım nokta Özlen tanınmamış biri olduğu için bu küçümsenir hatta ‘kadına bak ya özelini ulu orta paylaşıyor’ diye üstüne üstlük eleştirilir; fakat ünlü bir kişinin romanında zevkle okunur, belki özenilir, hatta biraz süslenip sunulursa ‘bak ya nasıl da güzel ayrıntıları yakalamış ve derinlikli yazmış’ gibi gibi övücü geri bildirimler sunulur. Birçok kişi tarafından İdol olarak alınabilir. Cesaret timsali gösterilip heykeli bile dikilir. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz! Sanmıyorum.

Üzgünüm, alınganlığım had safhada yine. Biliyorum kolay ünlü olunmuyor. Hele bedelsiz hiçbir şey olmuyor. Sonuçta kendi içimde de bir yeri var bütün bu tespitlerin. O yüzden ünlü olmak isteyip istemediğimden bile emin değilim.

Ne bileyim işte kendimce bir emek veriyorum. Dolayısıyla daha görünür olmak, saygı görmek, onaylanmak gibi ihtiyaçlarımın giderilmesine dair beklentilerimi bırakamıyorum. Bu beklentilere tutunduğum sürece de canımın yanacağını biliyorum. Hayırlısı.

Çıkmadık candan umut kesilmez derler ya. Geçmişte kendime çok sık anımsattığım bir söz vardı; “Tırtılın dünyanın sonu dediği yere, bilge kişi kelebek dermiş.” Ne alaka diyeceksiniz ama kelebek demişken yenice öğrendiğim bir bilgiyi de eklemek istedim. Kelebeklerin bir gün yaşadıklarına dair bilgi oralarda bıraktığım yerde duruyordu. Ta ki geçenlerde bir yazıda okuduğum buna atıfta bulunan yazı karşıma çıkıncaya kadar. Meğerse tüm kelebeklere atfedilen bu ömür biçme meselesi, mayıs sineklerinin kelebek hallerinin sadece bir gün sürmesinden kaynaklanıyormuş. Genellemeler nasıl da bizi çarpık bir algının içinde tutuyor değil mi?

Öyleyse ne yapmıyor muşuz? Kategorize etmiyormuşuz. Yazı evrenseldir. Yok ya o evrensel olan müzik miydi?