Kendimce katkı koymak ve ruhumu beslemek adına yıllardır her yeni yılda HAYTAP’ın masa takvimini alırım. Çalışma masamın üzerinde güne onunla başlarım. Temmuz ayına girdiğimiz şu son birkaç gündür o sayfadaki sokak köpeğinin fotoğrafı ile göz gözeyiz. Onun arkasındaki tabelada iri iri yazanlar şunlar:

SİMİT- POĞAÇA

SERPME KAHVALTI

TOST

...

Bu ve benzerleri benim uzunca süredir yemediklerim ve belki de bir daha yiyemeyeceklerim arasında. Dün gece rüyamda beyaz yumuşacık ekmek dilimleri bando mızıka eşliğinde önümden resmigeçitte bulunuyordu. Gerisini siz düşünün artık.

Durum bu minvalde olunca benim fotoğrafı yorumlamam şu şekilde oldu;

“Köpek çok zayıf olduğu için bu tabelayla zıtlık vurgulanmak istenmiş olabilir ya da öyle denk gelmiştir .” dedim.

Sonra da işin içinden çıkamadığımda çoğu zaman yaptığım gibi salıverince rahatladım, yorum yapma çabasını bıraktım.

Ne mi oldu? Fotoğraf bana açıldı, dile geldi. Evet, bu sabah fark ettim köpeğin ağzında yarım simit parçası var. Tabelânın renkleriyle simidin rengi aynı tonlarda olunca zor fark ediliyor. Bu mudur? İşte budur dedim gözlerimin içi gülerek.

Yine dün İrene ile gezdik dolaştık yoruldum. Hiç yapmadığım şey, bir apartmanın girişine oturdum hem dinleneyim hem su içeyim dedim. Etraf apartmanlarla çevrili ama çıt yok ortalıkta. Öylesine korkuttu ki beni o sessizlik, sanki fırtına öncesi sessizlik gibi geldi. Malum zaten memleketimiz yanıp kavruluyor, tüylerim diken diken oldu. Sonra sokak da beni duymuş gibi kendini açıverdi; gelen geçen çoğaldı, balkondan pencerelerden kafalar görünmeye başladı derken ortalık birden hareketlendi. Oh dedirtti bana.

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi ne yazık ki sessizliğin gücüyle ya da bilinmezliğin derinliğiyle barışık değilim. Ağır geliyor bana. Hâlbuki yaratıcılık orada yatıyor diyorlar ve ben de buna inanıyorum. Fakat uygulama konusunda rahat değilim. Biliyorum biraz kendimi bırakabilsem gevşeyeceğim, rahatlayacağım ve sağlıklı bir birey olarak yola devam edeceğim.

Sağlıklı derken kendi bütünlüğümden bahsediyorum. Hocamızın geçenlerde söylediği gibi;

“Benim bir bedenim var ama ben sadece bedenim değilim. Benim duygularım var ama ben duygularım değilim. Benim düşüncelerim var ama ben düşüncelerim değilim. Ben bütün bunlardan çok çok çok daha öte bir varlığım.”

Hepsi bir bütün yani fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak varlığım bir bütün. Birindeki dengesizlik hepsine yansıyor. Fakat ruhumdaki bu savaşı durduramadığım sürece, yumuşacık bir yaşam söz konusu değil gibi geliyor bana.

Mümkün mü? Araştırıyorum. Geçtiğimiz hafta sonu “Gölgeler Atölyesi” ne katıldım. Onların yani gölgelerimin armağanlarını alabilmem için onları onurlandırmam gerektiğini bir kez daha fark ettim.

Belirgin olan bir tanesini paylaşayım ki o da görüldüğünü hissedip kendini bana açabilsin. Ben şükrü oldukça kıt bir yanımla da temas ediyorum bu sıralar. Evet, bu durum bende var ama ben o durum değilim, diye de baştan söyleyeyim ki bu özellik beni ele geçirmesin.

Yaptığımız çalışmada beni uyandıran şu cümle oldu:

“ Birisi size nasıl olduğunuzu sorduğunda, ‘çok kötü değil ‘ ifadesini kullanmak.”

Birden aklıma geldi, ben çok kötüyüm dememek için hep bir deyim kullanırım “Nasılsın?” diye soranlara:

“Eh, iç güveysinden hallice!”

Yani bunu da dürüstlüğün öldürücü kısmını ti’ye alarak yumuşattığımı düşünüyordum. Aslında hani bir dokun da gör bak nasıl bin ah işitirsinin giriş cümlesi gibi bir cümle olmuş benim için. Göründüğü kadar masum değilmiş yani. O cümle de bana kendini açtı şükürler olsun.

Tabii bunlar ufak ayrıntılar, günü kurtarır mı!? Her zamanki gibi araştırmaya devam. Ben ayak işlerini elimden gelenin en iyisiyle yapacağım. Gerisi de Yüksek Gücümün bileceği iş. Dedik ya:

“ Tanrı istemezse yaprak düşmez.”