Alkolle sosyalleşen bir sülalenin ferdi olarak bol mezeli yemek sofralarına alışkanlığım vardır. Söylemesi ayıptır ( eskiden böyleydi yenilen içilen söylenmezdi ) insanın iştahını tahrik eden o sofralara bir de Ramazan aylarında rastlanırdı. Kısacası öyle ya da böyle bütün düzen yeme içme üzerine kuruluydu. Teşekkürler atalarıma aç bırakmadılar, açıkta bırakmadılar.

İşte o sofralar küçüle küçüle yakında yemek derdine düşmekten korkuyorum açıkçası. Neden mi? Bilmeyenlere söyleyecek sözüm yok. Basit bir örnekle kendime döneyim ben yine. Yoğurt mayalamak için bir mandıradan süt alıyorum. Piyasaya göre daha pahalı satıyorlar. Gidip numara alıp sıraya giriyorsun. Yetmiyor saatlerce bekliyorsun. O da yetmiyor onca zahmete üç litreden fazla alamıyorsun. Üstüne bir de yakında karneye bağlarlar diye espri yapıp ayrılıyorsun oradan.

Alma diyorsan ne yazık ki ağzımın tadını henüz kaybetmedim. Nefis yoğurdu oluyor. Burada utanması gereken kişinin ben olduğumu düşünmüyorum. Fakat utanıyorum. Ne yaman çelişki demi düşüncelerle duyguları birbirinden ayırmak.

Hele bu en az günde üç kere doyurmak zorunda olduğun bedeninle ilgiliyse. İşler iyice sarpa sarıyor. Beslenmeyle ilgili sık duyduğum söylemlerden birkaçı şöyle;

Kör boğaz ne verirsen gider/İşten artmaz dişten artar/ Yedim ağzım gördü sıçtım popom gördü/ Can boğazdan gelir...

Bütün bu söylemler zihnimde eko yaparken ben sıkıldıkça ağzıma bir şeyler tıkasım geliyor. Canım yanıyor. Kendime çok kızıyorum. Kendimi yetersiz buluyorum. Nefes alamıyorum. Okkalı bir küfür çekiyorum. Liste uzuyor da uzuyor. Hayırlısı.

Yenice kahvaltı sofrasından kalktım. Fakat zihnim hala kahvaltı sofrasında. Şunu da yese miydim acaba, ya sonra acıkırsam gibi söyleniyor da söyleniyor... Hiç susmuyor. Ben kızdıkça o sesinin tonunu yükseltiyor da yükseltiyor. Biliyorum o kazanacak. Biraz sonra bir şeyler atıştıracağım ne olur ne olmaz diyerek. İkna edecek beni yine.

Hâlbuki o kadar çok istekliyim ki o sesi duymamaya. Daha doğrusu duymak ama merkezimde kalmak, ona kulak asmamak ya da umursayıp onu sakinleştirmeyi çok istiyorum. Yalnızca bugün için yapamıyorum. Canım yanıyor.

Canımı yakan şeylerden biri de çok yemekten dolayı duyduğum utanç. Hafta sonu ‘inziva Kampı’ndaydım. Bir kişi dışında herkes yabancıydı ve ben utana sıkıla da olsa yine çok yedim. Bedensel olarak da sıkıntı çektim. Neyse ki utancımı yenmek adına da elim midemin üzerinde ovuştura ovuştura söylendim kendi kendime mızmız çocuklar gibi. Bu halime dışarıdan baktığımda çok acıyorum kendime. Niye bile bile bu kadar işkence çektiriyorum kendime diye.

Umarım bir gün az yiyerek de kendimi güçlü ve zinde hissederim. İçsel onayım bana yeter. Kampta yaptığımız bir meditasyonda bir kez daha fark ettim ki kendi gücümü elime almaktan bir yandan da çok korkuyorum. Mükemmeliyetçi yanımla kendime baskı uyguluyorum. Böylece o kızgınlıkla içimdeki boşluğu tıka basa yiyecekle doldurmaya çalışıyorum. Sonra da suçluluk duygusuyla kendimi dövüyorum derken bu kısır döngü devam ediyor. Ben kendi kendimin canına okuyorum resmen.

Tabii bu yemekle ilişkimdeki gel gitlerle uzun süredir ilgileniyorum. Cepte bir sürü farkındalık var. Yenileri de ekleniyor. Örneğin bu kampta yenice farkındalıklar yaşadım. Kalıcı olması nedeniyle biraz bahsetmek istedim.

İşte bunlardan biri olan kendi gücünü geri alma kısmında yaşadığım bir farkındalık çok hoşuma gitti. Başta direnç gösterdim ve hocamız benimle özel olarak ilgilendi sonra. Yine acayip direnç vardı. Öncelikle bu dirençleri adlandırdık derken küçücük hatıra defterine ait bir anahtar çözdü işi. Tabii öyle lakkadanak olmadı. Ayrıntıları geçerek anlatıyorum. O anahtar benim ilkokuldaki pembe hatıra defterime ait çıktı. Deri kapağının ortası yıldız şeklinde açılmış ve bu yıldızın içine o yaşlarda çekilmiş olduğum bir fotoğrafımı koymuştum. Koltukta bacak bacak üstüne atmış, temiz giyimli, cici kız pozunda bir siyah beyaz fotoğraftı bu. Neyse meditasyon olumlu bir şekilde sonuçlandı.

Bu tür çalışmalarda süreç devam ediyor sonrasında. Yaşadıklarınız hani darı patlatırken önce yoğun bir patırdı kopar sonra tek tük sesler gelmeye devam eder ya; onun gibi fark edişlerle devam ediyor. Eve geldim anımsadım. O defterde en başta bir yazı var ki benim o defteri bunca yıl (iki üç yıl öncesine kadar duruyordu) tutmamın nedenlerinden başta geleniydi. İlkokul öğretmenimin beni övücü sözleriyle onere ettiği sıcacık bir yazıydı bu. Benim için değerliydi. Zaten aile, yakın çevre derken ondan sonra öğretmenlerimiz gelmiyor mu dışsal onay çerçevesinde. Şükranlarımı sunuyorum öğretmenime tekrar bu yazı vesilesiyle.

Tabii madalyonun her zamanki gibi iki yüzü var. Bu dışarıdan onay artık işe yaramıyor. Ben her geçen zaman ne olup olmadığımı yavaş yavaş öğrenirken bu dışsal onayların da bana baskı uyguladığının farkındayım. Mükemmel cici kız olayım derken kendim olamıyorum. Tamam, benim cici kız yönüm de var ama sırf o değilim ki. Çıta her geçen gün yükseliyor yükseliyor ve ben kendimi cüce gibi hissediyorum. Bazen de isyan edip kibrimi besliyorum ve oluyorum bir dev, çıtaları deviriyorum. Altta ya da üstte hissetmekten yoruldum. Kendi gücüme sahip çıkıyorum. En başta da bu gücü kendi çıkarıma kullanmayı öğreniyorum. TIPKI UÇAKTAKİ OKSİJEN MASKELERİNİ ÖNCE KENDİMİZE TAKMAMIZ GEREKTİĞİ GİBİ. Bu bencillik değilmiş. İnanmayı seçiyorum yalnızca bugün için.

Annemle ilişkimde de bu zaman zaman baş kakıncı oluyor; doyuramadım seni bir türlü diyor. O öyle bir boşluk ki doyuramaz yılların açlığını tabii ki. Düşünseniz ya bu topraklarda erkek çocukları kız çocuklarına kıyasla daha uzun süre emziriliyor. Ne o; onlar askere gidecekmiş kemikleri sağlam olsunmuş! O yaşlarda en çok güvenmeniz gereken annelerimizin ihmaline maruz kalıyoruz. Elbette ben de nasibimi aldım bu tip geleneklerden kız çocuğu olarak. Üstelik çocuksun anlamazsın diyerek de bir de duvar gibi inkârla karşılaşırsın. Hâlbuki ana rahmine düştükten sonra her şeyin hissedildiği artık bilimsel olarak da kanıtlandı. Satmışım bilimin adını o kadar bariz ki biraz ipuçlarını toplasan yeter. Ufak tefek kareler bile neyin ne olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor.

Ben de dâhil bırakalım artık bu annelik üzerinden prim toplamayı. Gerçekten çok can yakıcı ve oyalayıcı. Yaşam kısa. İnelim birbirimizin sırtından, hafifletelim yüklerimizi. Önce kendim duyayım ve kalıcı olsun uygulayayım diye yazıyorum açık açık. Kırıcı, öfke dolu olabilir. Üzgünüm. Bugün elimden gelen budur. Çok yorgunum. Kendi bedenimi taşımaya gücüm yok. Resmen sürüklüyorum bedenimi aldığım yardımlarla biraz daha bu yaşamda süremi uzatabilir miyim diye. Bu şekilde ölmek istemiyorum dünyaya küs.

Duygu ve düşüncelerimi aktarmakta aciz hissettim şu an kendimi. İçime sordum; Gülseren Budayıcıoğlu’nun ‘Görünmeyen Kadınlar ‘ ve Cinsel Tıp Uzmanı DR. Selcen Bahadır’ın ‘Kadın Orgazmı’ kitabından bahsedebilir miyiz?

İçimden ‘evet’ yanıtını aldım. Öyleyse buradan devam edelim. İçeriklerine yazıyı fazla uzatırım kaygısıyla değinmek istemiyorum ama kadın olmanın anne olma rolünü öncelemesi dileğiyle belki ihtiyacı olanlara da rehberlik eder diye bahsetmek istedim. Ayrıca zaman zaman elimdeki kitaplardan bahsetmek hoşuma gidiyor.

Şu aralar iki kitabı bir arada götürüyorum birbirlerini destekledikleri için. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplığıma giren ikinci kitabı bu. Başka kitaplarını da okumuştum ama açıkçası para verip kitaplığıma sokmayı düşünmediğim bir yazardı. Ta ki profesyonel bir yardım çıkışında kitapçıda ‘Hayatın Sesi’ adlı kitabı önüme düşünceye kadar. Bu ikinci kitabı da başlığından dolayı aldım; ‘Görünmeyen Kadınlar.’ Ne kadar örtüştü yazımla ve benim gündemimle.

‘Kadın Orgazmı’ adlı kitabı da dinlediğim bir TEDx women konuşmasından esinlenerek aldım. Kitapçılarda gencecik erkeklere kitap sorgulatması için bu adı söylerken yaşadığım utancı ben biliyorum. Olsun bu cinsiyetime yönelik utanç artık varlığıma bir tehdit oluşturduğu için yalnızca bugün için üzerine gidebildiğim kadar gideceğim. Şimdilik bu kadar değinmek yeter. Hazır hissettikçe daha fazlası aydınlanacaktır. Ne demişler; öğrenci hazır olunca öğretmen ayağına gelirmiş mi yoksa iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş miydi? Hangisini kabul ederseniz edin, benim için aynı kapıya çıkıyor. Şifa OLsun!