Özlem, ancak sevdiklerine kavuşarak söndürülebilecek yürekte yanan bir ateştir. Gönlümün sevdikleriyle beraber olduğu günleri özlüyorum. Benden ayrılan herkesi özlüyorum, yakınlarından başka dostu olmayan hasretin ıstırabını hissediyorum. Kalbimde huzur ve sükûnet olsun istiyorum.

Ayrılık, söz konusu olduğunda kalp sevdiğine veda etmesin diye anın donmasını diler. Çünkü ayrılıklar adeta ruhun yabancılaşarak kaybolduğu bir cehennemdir. Ayrılıklar kalbe sonsuz hüzünler eker. Ruhumuzu hayatın çöllerinde gezdirir. Bu yüzden ayrılık anının kederi ancak yakın bir buluşma ümidiyle hafifler.

İnsan sevdikleriyle her karşılaştığında ayrılık anını düşünür; Bilinçaltı kavuşabilme sevincinin uzun sürmeyeceğini, ayrılığın ise kaçınılmaz bir son olduğunu bilir.

Acının, tadını ihanete uğrayan kişinin bildiği kadar kimseler bilemez. İhanet acımasızca kalbe saplanarak ruhumuzu kemiren zehirli bir bıçak gibidir. Dost bildiğim kişinin ihaneti gökyüzünden bir yıldızın kaymasına, gönül bahçesinde yetiştirdiğim çiçeğin solmasına ve beni zehirleyen suya benzetirim.

Umutsuzluk, insandaki en kötü duygulardan biridir. Bu duygu ne zaman yüreğime çökecek olsa ruhumu kemirerek, bana depresyon çukurunda olduğumu hissettirir. Umutsuzluğun kalbimize ve hayallerimize ihanet olduğunu söylerler ama kalbin umutsuzluğa kapılıp ruhsuz bir bedene dönüşmeden önce ne kadar direndiğini asla bilemezler.

Hastalık, bir insan olsaydı onu öldürürdüm. Ağaç olsaydı onu kökünden sökerdim. Hastanın kendisini umutsuz hissetmesi Allah’tan umudunu kestiği anlamına gelmez. Aksine zayıflığın boyutunu ifade eden keskin bir hüzündür. Neticede hasta, hastalığını Yüce Yaradan Rabbimin bir imtihanı bilip sabretmeyi, metanetle karşılamayı, hastalıkla mücadele etmeyi, gerekli bütün önlemleri almayı telkin eder.

Ölümün, ardında bıraktığı hüzünler karşısında hayatın hiçbir kıymetinin olmadığını anlıyor insan. Ne zaman tanıdığım biri ölse, yaşamın kendisinden çok şey beklemek için çok kısa olduğunu ve ölüm anında bir anlık üzüntünün hayatımızın tüm sevinçlerine eşit seviyede olduğunu anlıyor insan.

Ölümün soğuk yüzünü ne vakit düşünecek olsam hüznümün kat be kat arttığını, sevincimin ise Karadeniz’in hırçın sularının dahi gölgesinde kaldığını fark ettiriyor bana. Ölümün yaşattığı hüzün dünyevi hırsların ne kadar da boş olduğunu, varlık ile yokluk arasında ince bir çizgide durduğumuzu hatırlatıyor.

Bazılarınız ölümün ölüye zarar verdiğini düşünür ama öyle olmuyor işte. Geride kalanların zihinlerinden bir türlü çıkmaz, çıkmıyor. Bir insanın öldüğü evde neşe, sevinç ve gülücükler hep eksik kalıyor ve huzurun her anında insanı rahatsız etmek için hep pusuda bekliyor.

Hayatımız, her ne kadar melankolik, hüzünlü yâda ağır ilerlese de karmaşık duygular insana özgüdür. Esenlikler dilerim.