(ÇİMDİKLEMEK)

Bazı insanlar vardır hayatının dönüm noktasını oluşturacak kararlar almasına vesile olan durumlarla karşılaşırlar. Bunlar kimi zaman bir kişi, bir olay, bir film, kimi zaman da bir kitap olabiliyor. “Fareler ve İnsanlar” kitabı için de böyle düşünebiliriz.

Nobel Edebiyat Ödüllü Yazar John Steinbeck tarafından 1937’de yayınlanmış; insanın doğasını, hayatta kalma mücadelesini, saflığını, temizliğini, zenginlik karşısındaki acizliğini, zenci ayrımcılığını, umudun hayal kurmayla bağını ve de kaderciliğin yarattığı masumiyeti, duygusal bir çöküntüyle; yer yer de gözyaşı dökerek okuyabileceğiniz uzun bir hikâyedir. 

Bazı başucu kitaplar vardır okuyup kendi kendimizi sorguladığımız, hayata dair beynimize, duygularımıza, kalbimize bilişim tabiriyle reset atmamız gerektiğini düşündüren türden. Bu kitap da hayatı, hayallerden; gerçekleri, oyunlardan ayıran nadir eserlerden biri. Bir dönem Amerika’da okullarda zorunlu olarak okutulmuştur. Ülkemizde ise bazı dönemlerde yasaklanmıştır. Sözde yaşamakla, insani değerleri kaybetmeme arasına sıkıştığımız günümüzde kendimizi çimdikleme adına okunması gerektiğine inandığım bir kitaptır. (ÇİMDİKLEMEK: Bir kimsenin etini başparmakla işaret parmağı ucu arasında kıstırarak büküp, sıkıp acıtmak.)

Başkalarının bizi çimdiklemesinden hoşlanmadığımız kesindir. En azından kendimizi çimdiklemeyi denersek belki uyanmayı başarabiliriz. Uyanmanın yollarından biri de olanları ve olması gerekenleri değerlendirebilme becerisi değil midir? Bunun yollarından biri de çalar saat kadar etkili olmasa da okumak diyebiliriz. Bunu ne oranda yapıldığı noktasında üzücü bir istatistik karşımıza çıksa da uyuyan herkesi çimdikleme olasılığımız olmadığını düşündüğümüzde okumaktan daha iyi bir yöntem bulamıyorum.

Kişilik gelişimi içerisinde öz saygımızı yitirip yitirmediğimizin muhasebesi bizi gerçeklerimizle yüzleşme noktasına taşıyacaktır. Hayata dair bir takım değerleri zihninin ve ruhunun merkezinde tutan bireyler, zorluklarla mücadele etmeyi göze alabilecek kadar cesursa en acımasız çimdiği kendi kıçına atıp sözde olmaktan sıyrılıp öz’üne dönecektir.

Fare veya insan olmanın karşılığı nedir acaba? Yaşadığımız yerler mi, beslenme şeklimiz mi, yoksa ekosistem içinde verdiğimiz değer mi? Kendimizi inandığımız gerçek veya ideal değerler bütünüyle, bir anlamda gerçeklerle sınama noktasına ulaştığımızda insan olmanın temel gereklerini sorgulamaya başlamış olacağız. İşte o zaman fareler ile aramızdaki temel fark nasıl yaşadığımızla beraber ortaya çıkacaktır. Asıl meselemiz belki de nasıl yaşamak istediğimizi bilmekten geçiyor. Bilmek, aynı zamanda farklı olmayı, farklı davranmayı ve fark yaratmayı beraberinde getiren bir olgudur.

İnsan bildiği sürece yanılmaz. Yanılmama durumlarında kandırılma olgusu gerçekleşmez. Kandırmaya çalışıldığında ise karşı çıkar. Bilimden ve doğru bilgiden uzaklaşmak, uzaklaştırılmak doğrudan okumakla aramıza mesafe koymaktır. Ana sınıfından üniversiteleri de içine alan eğitim öğretim süreçleri göz önüne alındığında eğitim politikalarımızın eğitmenlerini de kapsayacak şekilde özde mi yoksa sözde mi yapıldığı her alandaki kıyaslamalarla ortaya çıkmaktadır. Bunun için uluslararası bir değerlendirmeye dahi ihtiyaç olmadığı aşikârdır. Ne veliyi, ne öğretmeni ne de öğrencileri memnun eden bir sistem inşa edilememiştir. Samimiyet sarmalı burada da karşımıza çıkmaktadır. 

Toplumun çok dilli ve çok kültürlü yapısı dikkate alınmadan yapılan plan, program ve değerlendirmeler ayrılan bütçenin de heba olmasından başka bir şeye yaramamaktadır. İktidarlar bireyleri nitelikli eğitimden uzaklaştırarak uzun vadede uyutmayı daha da cazip hale getirmenin bir yolu olarak kullanmaktadır. Biliyoruz ki uyku halindeki her birey  ve toplum savunmasız durumdadır. Bunları çimdikletmenin önüne geçmek için de yönetimlerce her türlü tedbirler alınıyor. 

Bildiğimiz üzere çoğu kişi uykudan uyandırılmaktan hoşlanmaz. Bunu sabote edebilecek tüm unsurları bertaraf etmek için çok çaba gösterilir. Perdeler kapatılır, ışıklar söner. Buna muhalif olan her türlü şahıs ve nesne ötekileştirilerek bir şekilde dışarıda tutulur. Benzer durumlar toplumsal algı boyutunda da kendini göstermektedir. Toplu uyuma ve uyutma seanslarına karşı olanlar terörize edilip, linçe uğratılıp, dışarı atılmaktadır. Bu kimi zaman bir kişi, kimi zaman bir film, kimi zaman da bir kitap olabilmekte.

Yetişkin bireylerin çoğunluğu hayatından, uyku halinden memnun olduğu sürece hiçbir kitabın, ilkenin, prensibin, değerlerin ayrıca uluslararası kaidelerin bizim için de, iktidarlar için de bir karşılığı olmadığını öğrendik. Gelişmiş ne kadar çok demokrasi örneğiyle karşılaşacak da altında hep bityeniği arama kolaycılığına kaçmayı tercih ettik. Sabah akşam bizi çimdikleseler de acıtmıyormuş gibi yaptık. Neyse ki biz bize yetiyoruz demenin verdiği huzurla mışıl mışıl uyumayı becerebiliyoruz.

Ahlakımız, adaletimiz, işimiz, aşımız, güvenimiz, en başında birbirimize olan samimiyetimiz yetiyor da artıyor. Eksik kaldığımız anlarda sözde insanlık naraları atabiliyoruz. Bu durumda altta kalmamak her özde vatandaşın görevi. Beceremeyen, yetinmeyen, şükretmeyen, biat etmeyen az sayıda bireyin canının çıkmasında da bir beis yoktur. Bunlar  kolayca harcanabilir kategorisinde bulunan sözde vatandaş konumunda değiller mi zaten.