Ortaya “en güzeline” yazılı göz alıcı bir altın elma düşer. Bir anda bu yazıyı görünce üç güzel tanrıça Hera, Athena ve Aphrodite elmayı almak için uzanır. Bu konuda uzlaşamayacaklarını anlayınca da yerlerin ve göklerin hakimi Zeus’a danışmaya karar verirler. Bunun üzerine Zeus bu kargaşanın içinde kalmak istemez ve topu bir çoban olan Paris’e atar.

Günün birinde bir ağacın gölgesine uzanmış yatarken ansızın karşısında birini görür Paris. Bu, başında tüylü avcı şapkası, elinde avcı çantası olan zayıf bir gençtir. Özellikle ayakkabıları herkesinkilere benzemez. Ayak bileklerinde küçük kanatlar vardır. Paris bunları görünce irkilir. Karşısındakinin Tanrıların postacısı Hermes olduğunu hemen anlar. Hermes ona “Korkma, sana fenalık için gelmedim. Tam tersine sevin ve övün, çünkü Tanrıçalar bir konuda sana danışacaklar.” der.

Tam bu sırada ormandan üç Tanrıça çıkagelir. Bunlardan biri çok böbürlü, iri yarı ve göz kamaştıracak güzelliktedir.

“Benim adım Hera” der. “Sağ elimdeki bu altın elmayı al. Beni yanımdaki iki kadından daha güzel bulursan o elmayı bana ver. Buna karşılık ben de seni bu dünyanın en güçlü insanı yapacağım.”

İkinci kadın ileri atılır. O’da kendini şöyle tanıtır:

“Benim adım Athena’dır.”

Onun da güzellikten yana birinciden arta kalan yanı yoktu. Deniz gibi duru mavi gözleri vardı.

“Beni güzellik yarışmasının birincisi yaparsan, ben de sana dünyanın en büyük bilgeliğini ve yürekliliğini armağan edeceğim” der.

Üçüncü güzelin adı Aphrodite’dir. O kadar yumuşak ve sevecen, o kadar iç açıcı ve çekicidir ki Paris onu görür görmez etkilenir. Aphrodite de ona dünyanın en güzel kadınının aşkını vereceğini söyler ve altın elmayı Aphrodite kazanır…

Siz olsaydınız hangisini seçerdiniz? Deyip yönetmeye başlıyor oturumu moderatör konumundaki orta yaşlı kadın. Hâlbuki nasıl da karşı çıkardı lise yıllarında münazara çalışmalarına! Birbiriyle kıran kırana mücadele edenlerden muhakkak bir kaybeden taraf olacaktı o tek ve mutlak cevabı bulmak uğruna. Oldukça rekabeti teşvik eden bir çalışma olarak algılamıştı hep. Ardındaki araştırıcı alanı yok sayarak.

Şimdi ise kişilere göre kavramların içinin farklı doldurulacağı inancıyla böyle bir atölye ödevini uygulamaya koymuştu. Fakat kendinden oldukça genç bu insanların bunu birbirlerini, özellikle de kendilerini kıyaslamadan, yargılamadan bunu değerlendirebilecekleri konusunda tereddütleri vardı.

Böyle düşünmesinde etken olan bir olay da yenice yaşanmıştı özelinde. Felsefi tartışmalar yaptığı yakın bir arkadaşıyla geçenlerde “kölelik özgürlük müdür esaret midir” şeklindeki tartışmaları geldi aklına. Bunca yaşa, yaşanmışlıklara rağmen nasıl da birbirlerini ikna etmeye çalışmışlardı enerjileri tükeninceye kadar. Hâlbuki her araştırılacak alanda kendinden başka gidilecek yer yok ki! Bunu bile bile nasıl kaptırmışlardı kendilerini güç gösterisine. İşte Hera’ya tanımışlardı önceliği.

Köle Isauralar, Kunta Kintelerle büyütülmüş bir gençlik olarak duygusala bağlamak kolaydı işi.  Bir yanımızla da 12 Eylül genci olarak köleleştirilmenin bir başka yönüne de tanık olurken doğal değil miydi birimiz özgürlük diğeri esaret derken yumurta tavuk ekseninde takılı kalmamız. İşte burada da Athena girmişti devreye.

Aphrodite’e alan açamamışlardı ne yazık. Çünkü ister özgürlük olsun ister esaret güzellikle hiç de ilgisi yoktu ikisinin de. Evet, özgürlüktür korunacak kollanacak hiçbir sorumluluk olmadığı için tıpkı cehalet gibi yaşamsal kaygı ön plandadır. Bu da sadelik ve hafiflik katar yaşamlara. Evet, esarettir yaşamsal düzeyden yani var olmaktan öte gelişmek için bir umudun, seçim hakkının olmadığına inanmak ya da inandırılmak gerçekten esaretin ta kendisidir. Ölmeden ölünüz dedikleri bu olsa gerek.

İşte zihinsel konuşmaları nerdeyse sabote edecekti çalışmasını. Toparladı kendini.

Not:Hikaye Haldun Taner’in “Çocuklar İçin Mitoloji” kitabından alıntıdır.