Ulubey, yazılı açıklamasında, Türkiye'de dinin siyasete alet edilerek bu sürece gelindiğini ileri sürdü.

Ulubey, 20.02.2008 yılında kaleme aldığı makaleyi hatırlatarak "O günden bugüne ne değişti ki?"şeklinde sorgulama ihtiyacı duyduğunu ifade etti.

"Türkiye'de siyaset yapmanın ve iktidar olmanın en etkili formüllerinden biri de hiç şüphesiz insanların dini duygularını sömürerek din üzerinden siyaset yapma formülüdür."diyen Ulubey, açıklamasına şöyle devam etti:

"Her toplumun kendine özgü hassasiyetleri vardır. Bu hassas noktaları keşfettiğiniz zaman ve halkı bu doğrultuda ikna  ettiğinizde  bir yerlere gelmeniz kolay. Biz de hep böyle olmuştur. Din sömürüsü kabul edelim veya etmeyelim,"din" hep siyasete alet edilmiştir. Hafızamızı biraz tazelersek yakın geçmişte oy almak için insanlara, aman "din elden gidiyor"  bu partiye oyunuzu verirseniz cennete, şu partiye oyunuzu verirseniz cehenneme gidersiniz. Cennette arsa dağıtıyoruz diyen zihniyetler, ne yazık ki ülke yönetiminde en yüksek noktalara geldiler. Oysa inanç Allah ile kul arasında bir bağ. İmanın, itikadın kimde olduğunu ancak yüce Allah bilir.İnsanların dini duygularını sömürerek  en güzel değerleri üzerinden siyaset yaparsanız ve hatta bir yerlere de gelirsiniz, ama bu nereye kadar devam eder."

"Hangi iktidar din sömürüsüne dayalı siyaset yapmışsa eninde sonunda yıkılmıştır." diyen Ulubey, "Kaldı ki bu dürüst bir davranışta değildir. Yok sen Müslümansın, sen değilsin, sen açıksın, sen kapalısın. İnanç bazında kimsenin kimseyi sorgulamaya hakkı olduğunu düşünmüyorum. Yüce Allah buyuruyor ki, "isteseydim tek tip bir ümmet yaratırdım,ama farklı  farklı yarattım diyor" (Maide Suresinin 48.ayetinde geçer)Herkesin inancı kendisine göre kutsaldır. Bu coğrafyada bugüne kadar böyle sorunlar yaşanmadı.

 XIII. YY.'da  ne güzel bir aydınlanma hareketi vardı.( Hz.Mevlana,Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve daha nice Anadolu Erenleri) Büyük bir aydınlanmanın mimarlığını yapmışlardır. Avrupa ortaçağ'ı yaşarken, biz silahsız dünyayı fethettik. Hoşgörü, sevgi, barış egemendi.

İnsan felsefesine dayalı bu öğretileri yaşama geçirmiş olsaydık , XXI.YY'da  halen kavramları, simgeleri tartışmıyor olacaktık. Sorunlar içerisinde  boğulmayan bir ülke olacaktık.Geçmişinden ders alamayan bir ülkenin ilerlemesi mümkün değildir. Hepimizin sorması gereken soru; dün nasıldık, bugün nasılsınız, yarın nasıl yaşayacağız."ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin kaderini belirlemede siyasetçilerin ve ülkeyi yöneten siyasi iktidarların büyük rolü olduğunu vurgulayan Ulubey, bu gücün tüm halkın yararına kullanılmadığını dile getirdi.

Ulubey, siyaset adamının günü kurtarmak adına politikalar yaptığını öne sürerek, şunları kaydetti:

"Ülke çıkarları değil parti çıkarları, parti ideolojileri ön plana çıktı. Oysa seçilen kişi sadece kendi partisinin milletvekili başbakanı ya da cumhurbaşkanı değildir. Seçildikten sonra  A-B partisi gözetmeksizin tüm kesimin seçileni konumundadır.Ve her kesimin sorunlarına aynı derecede duyarlılık göstermek zorundadır. İşte bu bilinç bizde henüz yerleşmemiştir. Ülkemiz için bu  büyük bir kayıptır. Türkiye'de özellikle 1950'lerden bu yana ülkeyi yönetenler Cumhuriyet ilkelerinden adım adım ödün vererek ülkeyi bu sürece getirmişlerdir.

1950 yılında iktidarı ele geçiren Demokrat Parti (DP) dış ilişkiler de Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız diyerek dışa özenmiş,Türk halkının üretkenliği bir yana bırakılarak ve Amerika'ya bağımlı ilişkiler geliştirilmiştir.Milletvekillerine, "Siz isterseniz bu ülkeye hilafeti bile yeniden getirebilirsiniz" diyerek laik devletin temellerinden ödün verilmeye başlanılmıştır.

Türkiye'yi yöneten bir başbakan veyahut cumhurbaşkanı diyebiliyorsa ki, Anayasayı bir kere ihlal etsem ne olur. Dün, siyaset "dinin emrindedir" diyen Demirel Bugün Türkiye'de gelişen olaylar karşısında endişe duyduğunu belirtiyor, ıstırap içindeyim diyor. Demirel, şunları da söylüyor, son zamanlarda yaşananlar bir bölünmedir, bir huzursuzluk yaratılmıştır. Bunun aksini söyleyenlerin alnını karışlarım diyor .Demirel'e sormak gerekiyor; ülkenin bu hale gelmesinde kendileri de en az AK Parti iktidarı kadar sorumlu değiller mi ?Nasıl olsa dün dündü bugün bugün.

ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 16 Ocak 1997 yılında Sabah Gazetesi'ne verdiği bir demeçte sözleri şöyle, "Şeriat dinin tabanıdır. Şeriata karşı yürünmez, saygı duyulur.

Dönemin Başbakanı Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken söylediği sözler, "Ya Müslüman olacaksın ya laik, ikisi bir arada olunca ters mıknatıslanma yapar.1.5 milyarlık İslam âlemi ,Türk Milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Onun ışıkları gözüküyor. Bu kıyam başlayacak."

Memleketi yönetenlerin sadece kendi ideolojileri doğrultusunda hareket ettikleri takdirde, benim inancım budur, bunu Anayasa'ya yansıtırsanız ve bir başkası da benim inancım budur diyerek kendine göre bir bir Anayasa oluşturmak için uğraşacaktır. Bu davranış beraberinde sorunları getirecek, insanlar arasında gerilim, ayrışma, kutuplaşma yaratacaktır, eşitsizlik zeminini oluşturacaktır. Kaybeden yine Türkiye olacaktır. Siyaset, elini dinden çekmelidir. İşte bu nedenledir ki, ileriyi gören gerçek bir devlet adamı sorumluluğunu taşıyan Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesiyle din ve devlet işlerini birbirinden ayrı tutmanın daha doğru olduğunu anlatmak istemiştir bize. Çözüm, Türkiye'nin gerçek sorunlarını ele almak halkın refah düzeyini yükseltmek bunu yaptığımız zaman işte ve dışta güçlü bir ülke oluruz . Bu ülke hepimizin."

Kaynak : PHA
Kaynak: pha