“Artık ne elma şekeri ne de dut ağacına tırmanmak beni o tasasız günlerime geri döndürüyor. Çünkü artık büyüdüm.”

Etkiledi bu cümleler beni. Bir sürü satır arası çıktı karşıma okunması gereken. Bunlardan biri, hala elma şekeri yiyecek sağlam ve üstelik kendi dişlerine sahip bir kişi karşımdaki dedim. Hele dut ağacına hala tırmanabilme ihtimali oldukça çarpıcı geldi bana. Demek ki büyüyecek kadar yaşlı değil dedi zihnim. Çünkü benim anlamlar dünyamda ancak yaşlanınca büyüyebilirsin var. O zaman da zaten bu söylenenleri yapmak istesen de yapamazsın. Örneğin ağaç tepelerinden inmeyen ben nasıl arzuluyorum o eylemleri yapabilmeyi. Fakat düz yolda bile ayağını süremeden yürümekte zorlanan ben ile bunu hayal bile edemiyorum. Demek ben yaşlanmışım. Büyümek değilmiş bu. Onun için popomu yırtıyorum büyümek, olgunlaşmak hedefim diye.

Popomu yırtmak deyince de dün yaşadığım olay geldi aklıma. Olayın bir başlığı olsa ’Tuvalet ve Bok Kokusu’ olabilir. Ne kadar çirkin bir ikili değil mi?! Benim gibi rahatsızlıklarının kaynağında yer tutmuş bir insan için bile rahatsız edici olduysa varın diğerlerini siz düşünün. İsterseniz bir sonraki paragrafı okumadan geçebilirsiniz. Fakat ben kendimi aşmak zorunda olduğum için ayrıntılarıyla yazacağım. Uyarımı da yaptığıma göre sorumluluk benden gitmiştir.

Aslında sosyal medyada arkadaşım olmayan bahsedeceğim kişinin okuma ihtimali yok ama ben adsızlık ilkesine dayanarak isimlere yer vermiyorum. Amacım zaten durum ve olaylardan yola çıkarak farkındalık oluşturmak. Hem kendim bazı şeyleri bırakayım hem de birilerinin bırakması adına katkı koyayım niyetiyle hareket ediyorum. Ota boka sıkılmayı, onlardan utanmayı bırakalım istiyorum.

Gelelim olay gününe... Arkadaşımla grup çalışması yapacağımız mekâna birlikte girdik. O bir şeyi bahane ederek biraz geride kaldı. İlerlerken kulak kabarttım, kapının sesiyle tuvalete girdiğini anladım. Arkam dönük olduğu için o, bunu fark ettiğimi anlamadı tabii. Benim de çalışma başlamadan tuvalete girme alışkanlığım var ve erteledim uzun bir süre. Arkadaşımı rahatsız etmemek ve kapıda beklemek zorunda kalmayayım diye salona geçtim. Diğer arkadaşlarla sohbet ederken baktım çalışma saati yaklaşıyor tuvalete yöneldim. Tuvalet kapısına yaklaşırken arkadaşım elleri ıslak tuvaletten çıktı. Ellerini göstererek heyecanla ve telaşla birkaç defa şu cümleyi tekrarladı:

“Ben sadece ellerimi yıkadım! Ben sadece ellerimi yıkadım!”

Baştan özellikle telaşına bir anlam veremedim. Ta ki tuvalete girip kokuyu duyuncaya kadar. Daha fazla solumamak adına telaşla işimi gördüm, ellerimi yıkarken kapıyı açtım. Aynı korkuya ben kapıldım bu sefer. Ya gelen olursa ben yaptım sanırsa ne derim diye bir telaşla çıktım ki sormayın. Üzüldüm sonra hem kendi adıma hem de arkadaşım adına, nasıl da en doğal ihtiyaçlarımızdan utanır halde yaşıyoruz diye. Birbirimize çektirdiğimiz bu eziyet günah valla! Allah yar ve yardımcımız olsun inşallah!

İşte buradan yine baştaki cümlemize dönecek olursak; bir başka satır arası da ‘tasasız günler’ tamlaması. Demek ki o günler tasasız olduğuna göre ‘büyümek’ oldukça tasalı bir süreç. İşte böyle otu boku kendine dert ediniyorsun.

Çözümleyici eleştiri diyerek yumuşatıp söyleme gereği duyduğum bir ayrıntı da şu; ‘Artık’ edatı da iki kere üst üste kullanıldığı için bir anlatım bozukluğu çıkar mı diye düşünmedim değil. Dilbilgisi daha sınırları olan bir alan olduğu için kuralları önemserim elimden geldiği kadar. Sidik yarışına dönmediği sürece tabii… Bok sidik gırla gidiyor bu yazıda. Bütün pislikler ortaya saçıldı. Ne yapalım bugün ihtiyacım olan bu demek ki...

Neyse konuya dönelim. ’Artık’ edatının iki cümlede de kullanılması bence anlamı kuvvetlendirmiş. O kadar da kulağı tırmalamıyor.

Noktalamadan ayrı olarak biçem konusu da tartışmalara açık bir konudur. Bana göre yukarıdaki cümle kendi içinde bir kısa öykü. Bu görüşümle ilgili bir alıntı ile yazıya devam edelim:

“Yazarın yazar kimliğiyle- kuşkusuz kurmaca metne yazınsal bir ekleme biçiminde- anlatıya karışması, roman için denenebilir, bir yapım biçimi olarak romanda uygulanabilir ama öykü bu yükü taşıyabilir mi? Artık kısa öyküdür, burada söz konusu edilen. Kısa öykü, bu tür yükleri ne taşıyabilir ne de gereksinir...”

Yukarıdaki alıntı, adı lazım değil (yok saydığımdan değil, kendimi isimler üzerinden var etmeye çalışmamak adına isim belirtmedim şu an) bir edebiyatçının tespiti. Cımbızlayıp aldığım bütünün içinde bu alıntı makul görülebilir. Fakat sınırlara tepkimi belirtmek için bu alıntıyı kullanmak istedim. Şiir nerden nereye geldi değil mi? Bu esneklik bence yazı ile ilgili her alanda söz konusu diye düşünüyorum.

Biçem olarak bir yere oturtamadığım yazılarım üzerinden gidersem, yazan kişi kimliğimle her an yazımın içindeyim. Bence yazılarım yukarıdaki paragrafta yük olarak tanımlanan bu işlevi kaldırıyor diye düşünüyorum. Çünkü yaptığım alıntıların kolaj çalışması bile kendi içinde bir öyküyü barındırıyor bence. Satır araları dediğim suskunluklar da okuyucuyu kapsadığına göre varın siz kategorize edin bakalım yazılarımın biçemini.

İşte somut olarak ortaya koyduğum bu yazı üzerinden gidebilirsiniz. Biliyorum işin bokunu çıkardım. Sadece içimdeki pisliklerle yüzleşmek istedim. Yüzleş, kucaklaş ve özgürleş! Kolaylıkla ve sevgiyle inşallah!