Rüzgâr efil efil yüzüme vurdukça, yüzüm aydınlanıyor faytonda. Hatta annemin tüm ikazlarına rağmen ikide bir başımı çıkarıyorum faytondan, temiz havayı daha rahat doldurabilmek için ciğerlerime.

Bana göre uzun ve zahmetli geçen bir İzmir- Manisa yolculuğundan sonra; garajdan halamın evine kadar faytonla gitmek, çekilen cefanın bir ödülüydü her zaman. Küçücük bedenim araba tuttuğu için; o kadar sarsılır, o kadar küçülürdü ki o yolculuklarda. O koskoca koltuklarda, büzüşür kalırdım bedenimin içinde.

Fakat faytonda öyle mi? “Rüzgârın Kızı “ olurdum birden. Hey özgürlük! Ne hoş duygudur temiz havayı ciğerlerine doyasıya doldurmak! Şişer şişersin de…

Evet, aynen yine Manisa’ da yokuşta ebeveynlerimin elini bıraktığım bir anda, rüzgâr beni aldı götürdü şişmiş balon gibi uçurdu. Ta ki…

Hem sonra işin bir de asil tarafı vardı faytonla şehir turunda. Babamın “ erkek gibi kızı “ olan ben; olurdum faytonda annemin “ hanım kızı”. Minicik bacaklarımı üst üste atmaya çalışarak yaslanırdım faytonun yaylı koltuklarına. Annemin yüzü aydınlanırdı bu sefer; gülümserdi o çakır gözleri.

Her güzel şeyin çabuk bittiği gibi, bu da biterdi ne yazık ki halamın kapısında. Sonradan “ Kül Kedisi “ masalında öğrendiğim gibi çabuk geçerdi zaman ve dönüşürdü benim fayton bir bal kabağına.