İnsanlar kalabalıklar içinde yaşarken bile, bazen yalnız olduğu düşüncesine kapılır.  

Bazen yalnız kalmak ister, kalabalıklar içerisinde boğulur gibi hisseder kendini.  

Bir an önce kaçmak ister uzaklara, yalnız kalabileceği bir yerlere.  

Bu bir dağ, orman, tepe olabilir, bir ağacın altı olabilir, bir suyun kenarı olabilir.  

Tamamen kendini ortamın dinginliğe kendini bırakır.  

Bırakmakla kalmayıp, kendi kendisiyle konuşmaya, sohbet etmeye başlar.  

Belki bu toplumun farklı katmanlarında olsa, kafayı yemiş, delirmiş, deli gözüyle bakılabilir.

İnsanın yalnız kaldığında kendi kendisiyle konuştuğu yadsınamaz bir gerçektir. Bunu yapmayan, “ben yapmadım!” diyen de yoktur eminim. Bu sesli konuşma olabileceği gibi, sessizce de olabilir. Gündüzleri olabileceği gibi, gecenin farklı zamanlarında da olabilir.  

Bazen yatarken bile, gözleri kapatarak da olabilir. Hele bir de vicdan muhasebesine mazur kalmışsa ki en büyük sıkıntı budur, işte o zaman olanın, yapılanın, söylenenin ağırlığı ve sorumluluğu altında ezilip kalırsınız. Uykuları kaçar, yatağında kıvranıp durursunuz. Hayatın cenderesinde gider gelirsiniz. Hele yalnızlığını paylaşacak kimse de olmayınca, hayatın bin bir türlü zorluğunu, sıkıntısını, cefasını, belki de sefasını, kendi kendinize anlatıp durursunuz.  

Bizim gibi yazan yazanlar, belki olan biteni, düşünülenleri yazıya dökseler de, bu imkâna sahip olamayanlar, kafa karışıklığı içerisinde, yalnız başlarına, muhtelif yerlerde gelgitlerle uğraşıp, karanlık, dipsiz kuyularda, hafakanlar içerisinde cebelleşip dururlar.  

Bazen sadece bu sebeple, giden boşa uğraş olur, boşa giden zaman olur, pişmanlık, keşke’ler, ama’lar olur, yorulan yürek olur, kaybedilen akıl olur, olur da olur.  

Bu zamanlar da birçoklarının aklını yitirdiklerini, yani delirdiklerini görebilirsiniz.  

Yapılanlar, söylenenler için, çoğu kez zamana bırakırsınız; ama zamanı belli olmayan bu süreç için bir sıkıntı basar benliğinizi, bedeninizi, kahır, kaygı, endişe ve kafa karışıklığı içerisinde bir türlü rahat edemezsiniz. İşte bu yüzden çoğu gecelerin sabahına huzursuz, endişeli, yorgun, argın uyanırsınız. Moralınız bozulur, canınız sıkılır, işe gitmek, hiçbir şey yapmak istemez canınız.  

“Malı da, mülkü de, mevki, makamı da yerin dibine batsın!” diyerek rest çekersiniz, başınızı alıp sakin, sessiz bir ortama atmak istersiniz kendinizi, uzaklara bir yere yalnız kalabileceğiniz temiz havadar bir yere gidersiniz.  

Başlarsınız kendinizle hasbihâl etmeye. Alırsınız kendinizi karşınıza, ama’larla, keşke’lerle ve nedametlerle, bazen övgü ve yergilerle konuşmaya.  

Olan olmuştur, ama’ların, keşke’lerin artık ne yeri, ne de zamanıdır, olan olmuştur, yapacak bir şey yoktur aslında.  

Olan size olmuştur, olan varsa sevdiklerinize olmuştur.  

Mantıklı, makul ve manalı konuştuğunuz zamanlar da olur, mantıksız ve manasız, kifayetsiz zamanlar da olmuştur.  

Kimi zaman bir isyan, kimi zaman da sorgusuz, sualsiz bir teslimiyetin olduğu zamanlar da olmuştur.  

Konuşursunuz yorulana kadar, kendiniz kendinizden bıkana kadar, “yeter artık, bırak ya, nedir bu konuştukların!” diyene kadar.  

O an ki ruh halinizle, ya yalnız kalmaya devam edersiniz kalabalıklar içinde olsa bile ya da kendi kendinize yetersiniz yalnız başınıza kalsanız bile.  

Artık kısmetinize ne düşerse.

Kerim BAYDAK

[email protected]