Rüyalarıyla haşır neşir olalı Selma’nın her şeye bakış açısı değişmeye başladı. Ev, mekân sözcüğünden yola çıkarak içinde yaşadıklarını bir kâğıda not almaya başladı. Belki ileride yazmayı düşündüğü kurmacalarda işine yarar diye.

“Ev: Korunma alanı, fikir, anlayış ve mevcudiyetteki egosal alanındır. Egosal alan kendi sınırlarını belirlediğin, kendi alanında hâkimiyet kurma becerindir. Ev, dış dünyayla aranda çizdiğin sınırlarındır.’’ Der rüya sözlüklerinde genelde.

Yani malikane düşlerinden vazgeçip bu kadar sadece bedene sahip çıkmaya çalışmak oldukça vurucu bir bakış açısı değil mi!? En azından benim için şu an böyle.

Hey okuyucu demek geldi içimden, bir yerlere de atıfta bulunmak istedi canım. Nedeni nasılı bir kenara bırakılırsa aslında zaten kim ise o an bu satırları okuyan, biraz daha samimi olsun istedim ilişkimiz. Tabii mesafeyi de elden bırakmamak adına genel bir başlık adsızlığı korumuş oluyor böylece. Ne kadar ince hesaplar değil mi?”

Sıkıldı Selma not almaktan ve hemen başka bir arayışa girdi içsel olarak. Sabrı ancak böyle küçük notlar almaya yetiyordu ne yazık ki. Özeniyordu çoğu zaman sayfalar dolusu ayrıntıyı düzene koyup kitap çıkaran arkadaşlarına. Bir de bu sabrını ilişkilerine de yansıtabilen insanlara. Eksik ya da kısa düşmüş hissediyor böyle insanların yanında kendini. İşte geçenlerde yaşadığı olay bunun en açık örneğiydi.

Bir grup kadın arkadaş buluşmuşlardı. İçimizden bir arkadaş yönetmenliğini yaptığı bir kısa film çekiminde yaşadığı iki erkek arasındaki çatışmayı ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, kendi tavrını da belirtmeden, bize soruyu yöneltti “Siz olsanız ne yapardınız?” diye. Bir arkadaş ‘İkisi arasındaki iş bana ne çözümlesinler kendi aralarında’ dedi; bir diğeri ‘ Bu koşullar altında çalışamam’, bir başkası da ‘Tarafları uzlaştırmaya çalışırım’ dedi. Ben ne dedim peki!

İçimden ilk geçeni söyleyeceğim dedim utanarak ‘’Bir yumruk birine, bir tane de diğerine atarım’‘ dedim. Sonra utancım iyice büyüyünce ‘’Tetikleniyorum erkeklerin yüksek sesle çatışmalarından’’ diyerek bir de açıklama yaptım. Bu da utancımın üzerine tuzu biberi oldu. Çünkü davranışlarına mazeret aramaktan yorgun düşen bir insan olarak bunu kendime yapmayacağıma dair kaç kez söz vermiştim.

Benim düşüncelerimin ve söylemimin analizine geçmeden önce arada kaynamasın, soruyu yönelten arkadaşımın da tavrına ve olayın sonucuna da değineyim. Arkadaşım dudaklarının nasıl titrediğine dair şaka yollu dramatize ettikten sonra ‘’Tekrar içeri girdiğimde her şey sütlimandı, meğerse bana şaka yapmışlar’’ dedi.

Tamam. Gelelim bana. İçimde öyle birikmiş öfke ve kızgınlık var ki nereye kanalize edeceğimi bilemiyorum. Yalnızca bugün için eyleme dökmeyi seçmediğim bir şiddet dürtüsü var. Bunu belki ‘cici kız’ olmak adına, belki de kendimi koruyup gözetmek adına ya da itiraf etmekte zorlansam da korktuğum için yapmayı seçmiyor olabilirim. Fakat köşeye sıkıştırabildiğim tek kişi olduğum için tekme tokat girişiyorum kendime. Bu da canımı yakıyor.

Hâlbuki “ BU BENİM ZAFERİMDİR”;”O, ONUN APTALCA HATASIDIR” ya da “BU BENİM ACI KADERİMDİR” gibi sözlerle olayları kişileştirmek ve kendim ya da insan doğası ile ilgili sonuçlar çıkarmak yerine, olayın çeşitli yanlarını nasıl iyi bir şekilde kullanabileceğimi araştırabilirim değil mi?

İşte ben de öyle yaptım ve bu yazı ortaya çıktı dedi Selma okuyucuya. Hatta bir şiirle de nokta koydu yazıya.

“Latif ve narin ne vardıysa içimde,

Hoyratça kırdı geçirdi dünya,

Memnunum, barışığım yine de,

Sabırla yeni yapraklar veririm

Yüzlerce kez kırılmış dallarımdan

Ve tüm acılara rağmen hala

Aşığım ben bu divane dünyaya.”

                                     Hermann Hesse