1969 yılında Besni’nin Tilek köyünde dünyaya geldi.
Babası Hasan Kayaalp,
annesi Emişen Kayaalp.
Halası Ayşegül’ün çocuğu olmuyordu.
Kardeşi Hasan’dan, çocuğun kendilerine evlatlık verilmesini istedi.
Hasan ve Emişen Kayaalp bu talebi kabul etti.
Celal Arslan, Ayşegül Arslan onu evlatlık olarak aldı.
Hayat daha en başında ona şunu öğretmişti:
“Kader, insana sormadan yazılır.”
İlkokulu Şambayat’ta,
ortaokulu Adıyaman’da okudu.
Liseye Adıyaman Endüstri Meslek Lisesi’nde başladı.
Ancak derslerle arası hiç iyi olmadı.
Okumayı değil, çalışmayı seviyordu.
Hayali netti:
“Bir işte usta olmak, kendi işimin patronu olmak.”
Okulu bıraktı.
1989’da yeniden Şambayat’a göç ettiler.
Kararını vermişti:
Demirci ustası olacaktı.
Börgenek köyünde bir demircinin yanında çalışmaya başladı.
Aynı yıl askere gitti. 18 ay askerlik yaptı.
1990’da evlendi.
Askerlik dönüşü yeniden demirciliğe devam etti.
Hobi, Hayatını Değiştirdi
En büyük tutkusu balık tutmaktı.
Göksu’da balık tutmayı,
tuttuğunu orada pişirip yemeyi çok severdi.
Ancak balık avlama yöntemi son derece tehlikeliydi.
Cam şişenin içine potasyum koyup suya atıyor,
şişe patlıyor; sudaki canlılar ölüp yüzeye çıkıyordu.
Bu yöntem ölümcüldü.
Zamanlama hatası,
hayatla ölüm arasındaki ince çizgiydi.
Ve o çizgi bir gün koptu.
1994 yılı, Haziran ayıydı.
İş arkadaşlarıyla Göksu’ya balık tutmaya gitti.
Yine patlayıcı ile tutacaktı.
Hazırlığını yaptı,
potasyum dolu cam şişeyi hazırladı.
Eline aldı, atacaktı,
fakat dalgınlığına geldi,
zamanlamayı ayarlayamadı.
Şişe elinde patladı.
Sağ eli bilekten koptu.
Herkes panikteydi.
O ise şaşırtıcı bir şekilde sakinlik içindeydi.
Adıyaman Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı,
ameliyata alındı.
Ameliyat bittiğinde eşi,
dostu,
akrabaları ağlıyordu.
Hepsinin korkusu aynıydı:
“Uyanınca bu hâli görürse yıkılır.”
Ama o uyandı…
Ve eline bile bakmadı.
İlk sözü şuydu:
“Haydi gidelim, bir sigara içelim.”
Herkes donup kalmıştı.
Sanki yıllarca psikiyatri,
psikolog,
yaşam koçu,
terapi almış gibi şunu söyledi:
“Bundan sonra işlerimi daha da geliştireceğim.
Her şeyin en iyisini yapacağım.”
İki çocuğu vardı.
Kimseye yük olmamaya kararlıydı.
Hiçbir yardımı kabul etmedi.
Bir atasözü vardır:
“Diken battığı yerden çıkar.”
O da öyle yaptı.
Balık tutmaya devam etti.
Ama artık patlayıcıyla değil.
• Serpme
• Germe
• Olta
• Ve en zoru: tek elle, çıplak elle balık tutarak,
Bir yıl boyunca tuttuğu balıkları satarak geçimini sağladı.
Bir yıl böyle geçti.
1996’da karar verdi:
Kendi işini kuracaktı.
Su tesisatı ve güneş enerjisi işi yapacaktı.
İş yerini açtı.
Eli olmadığı için kimse adını söylemiyordu.
Herkes ona tek bir isimle sesleniyordu:
Çolak.
O bu lakabı sahiplendi.
Hatta markaya dönüştürdü.
Ürettiği güneş enerjisi sistemlerine şu adı verdi:
ÇOLAK ISI
İşini temiz, titiz ve dürüst yaptı.
Talep arttı.
İşleri yetiştiremiyordu.
İşçiye ihtiyaç vardı.
Beş kişiyi işe aldı.
Hem ailesini geçindiriyor,
hem başkalarına ekmek veriyordu.
En önemlisi Şambayat’a,
Besni’ye,
Adıyaman’a ve ülke ekonomisine katkı sağlıyordu.
Çünkü artık iş insanı olmuştu.
Artık hayata öyle bir tutunmuştu ki tek koluyla:
• Araç kullanıyor (vitesli, otomatik fark etmiyordu),
• Su tesisatı döşüyor,
• Güneş enerjisi imal ediyordu,
• Balık tutuyor,
• Tek eliyle sigara sarıyordu.
En önemlisi kendisiyle barışıktı.
Çocuk sayısı dörde çıktı.
Hepsini okuttu.
Çocuklarını işinde çalıştırmadı.
Eğitimlerini öncelik verdi.
• Bir çocuğu hemşire oldu
• Biri ev hanımı olmayı tercih etti (üniversite mezunu)
• İki çocuğu dört yıllık üniversite eğitiminden sonra,
Sanko Holding’de çalışma hayatlarına başladılar.
Çok istemişti çocuklarının okumasını,
bunu gerçekleştirmenin mutluluğu tarif edilemezdi.
2016’da iş değiştirmeye karar verdi.
Çok istediği;
demir ve PVC işine girdi.
Tek koluyla;
üretim,
boya,
montaj işini bizzat kendisi yapıp,
• Demir kapı
• Korkuluk
• Prefabrik
• Pencere
• PVC kapı ve doğrama
yapmaktadır.
Bu arada;
üç çocuğunu evlendirdi.
Şambayat’ta büyük bir arsa satın aldı.
Altında altı iş yeri,
üstünde iki daire bulunan bir bina inşa ettirdi.
Bir hayali vardı:
İleriki yıllarda çocuklarından ve torunlarından kopmamak,
aynı sokakta,
aynı avluda,
aynı ortamda yaşamak…
Bu güzel düşünce nedeniyle,
dört çocuğunun her biri için,
kendi evinin hemen yanında ayrı ayrı arsalar aldı.
Hayata hiç küsmemişti.
Ne engelli maaşı aldı,
ne yardım istedi,
ne de “neden ben” dedi.
Kendi özel durumunu bir eksiklik olarak görmedi.
Kendisine takılan “çolak” sözüne zerre kadar aldırmadı.
Hatta bu durumu markaya çevirerek,
tüm kendisi gibi ve benzeri olan özel kişiler için,
örnek bir yaşam mücadelesi verdi.
Bugün hâlâ Şambayat’ta,
Tek eliyle;
üreten,
çalışan,
örnek bir insan olarak,
kendi işinin başında.
Takdire şayan bir yaşam.
Teşekkürler,
Mehmet Arslan
