“Geçmişle baş etmek zorunda değilsen insan hafızası harika bir şey,” diye yazdı laptop ekranında, ben kararsızlık, umutsuzluk içinde ekrana bakarken. Aklımdan geçenleri anlamlandırmak ve tasnif etmek için uğraşırken dinlediğim radyonun ekranında yazıyordu bu söz. Birine mi aitti? Gözden kaçırmış olabilirim. Ne fark eder!

Bir başka yazı da şöyleydi:

“Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır. Eflatun”

Listeyi daha da uzatabilirim. Hatta bu yazıyı tamamen özlü sözlere ayırabilirim. Bu anlamda seçim hakkım var. Fakat ben, beni paylaşmak istiyorum. Aciz hissettiğim yerlerde elbet alıntılara başvurabilirim. Çünkü öyle güzel şeyler okuyorum ki bazen imreniyorum. Ne güzel anlatmış söylemek istediklerimi diyorum. O yetkinliğe ulaşmaya niyet ediyorum.

Elimdeki dergilerden birinde yer alan, Bilge İnal ile yapılan röportajı bir kez daha okudum. İçimden de niyet ettim belki bir gün onun “Elsiz Kız” atölyesine katılırım diye. “Kurtlarla Koşan Kadınlar” başucu kitaplarımdan. ‘Elsiz Kız’ da o kitaptaki öykülerden biri. Her temas edişimde farkındalıklarım artıyor. İnşallah içime oturması da gerçekleşsin artık. Çünkü aynı şeyleri yapıp farklı sonuç beklemek delilik.

Örtülü manipülasyona örnekler vermiş. Bunlardan daha da örtülü olana değinmiş ki aynen ben. Şöyle demiş:

“Bazı kadınlarsa çok daha örtülü, pasif şekilde yapıyor.’Koşmayarak’ ama ‘ bekleyerek’... Bu da bir dişi enerji ama ataerkil dişi.”

İşte benim yaptığım bu: Beklemek.

Çok canımı yakıyor bunu yapmak. Yalnızca bugün için durduramıyorum.’ Beyaz Atlı Prens’ oldu ‘BMW’li Kır Saçlı Kral’.

Devam ediyor röportaj:

Soru: Peki ‘ ataerkil bilinç’, bildiğimiz ataerkil mi?

Yanıt: Ataerkil dendiğinde akıl hemen ‘erkek egemen toplum’ a gidiyor, o değil. Bunun altını çiziyorum. Sistemi oluşturan enerjiyi kastediyorum. Kapitalist sistemi de kapsayan, insanlığın son beş bin yıllık öyküsünü kapsayan bir bilinç. Bu programın içine doğuyoruz, içselleştirdiğimiz ataerkillik bu. Erkeği de psişik olarak hadım eden, iktidar gücünden yoksunlaştıran ve gücü olmadık yerlerde aratıp çok yanlış şekilde, zorbaca kullanmaya iten bir bilinç yapısı. Kadını kendi gücünden bihaber yapıp gücü sadece eril üzerinden alabileceği bilgisini programın içine koymuş. Hal böyle olunca kadınlar en çok dişil benlikle kayba uğruyor. Gücü, erkin üzerinden alacağımız yanılsamasıyla erk olan her şeyin peşinden koşuyoruz. Ve ellerimizi kötü pazarlıklarla, koşullandırmalarla, bize öğretilenlerle, doğru saydıklarımızla topluma sunuyoruz, eller kesiliyor.

Aynı röportajda eril ve dişil gücün döngüleri üzerine de pasajlar var. Lafı fazla uzatmamak adına hemen çok kısa alıntılar yapıp geçeceğim:

Estes kitapta şöyle diyor: “Elsiz Kız, kadınların dayanıklılık töreni yoluyla yeraltı ormanına geçişiyle ilgilidir. Dayanıklılık sözcüğü’ duraksamadan devam etmek’ anlamına geliyormuş gibi görünür ve bu masalın altında yatan ödevlerin arada sırada ortaya çıkan bir parçası da budur, ama dayanıklılık sözcüğü ‘ sertleştirmek, güçlendirmek, sağlamlaştırmak, kuvvetlendirmek’ anlamlarına da gelir ve masalın temel itici gücü ve bir kadının uzun psişik hayatının üretici özelliği de budur. Salt devam etmek için devam etmeyiz.”

Yani içsel yolculuğumu yapıyorum, yoruluyorum, kafamın karıştığı yerler oluyor, yüzleşmek istemiyorum, karanlığa girmek ve gölgelerime bakmak canımı acıtıyor, vs. Bunlar çok insani... Ama zorlandığın an bir inisiyasyon, yani dönüşüm aslında. Dinlenmen gereken yerde dinlenme iznini vermelisin kendine, tüketmemen de önemli. Ancak bu öyle bir adanmışlık istiyor ki, durmadan devam etmen lazım.”

İşte ben de onu yapıyorum. Yola devam ediyorum. Araştırma alanları yaratıyorum kendime. Anda kalıp biraz olsun enerjimi doğru kullanmaya özen gösteriyorum. Mükemmeliyetçilik beni çok kolay kontrolcülüğe götürüyor. O zaman da enerjim çok çabuk tükeniyor. Bu sabahtan bir örnek vereyim.

Sabah kahvaltısı için domates doğrarken hep ortadan kesip göbeklerini her iki taraftan ayrı kesip atarım. Her seferinde de kızarım kendime. Çok yorgun hissettiğimden kendimi ‘ne olacak boğazımızı delmez ya, kesmeyiver’ içsel yakınması eşliğinde bu her sabah yaşanır. Ta ki bu sabah kazara bıçak kayıp domates yandan kesilince uyandım. ”Aaa, biraz kaydırıp yan kessem böylece tek hamlede göbeğini geniş kısımdan çıkarıp atabiliyorum.” dedim. Yüreğime su serpildi değişik bir çözümü fark etmenin hoşluğu içinde.

Merak etmeyin kafayı yemiyorum. Her şey yolunda. Bunlar kadınca tepkiler. Aynı fikirde olduğumu düşündüğüm gündemden bir örnekle de savımı destekleyebilirim.76.Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Merve Dizdar canlandırdığı kadın rolü için şöyle söyledi:

“Onu tanımak ve anlamak için uzun uzun çalışmak isterdim ama ne yazık ki yaşadığım coğrafyada bir kadın olmak Nuray’ın ve Nuraylar’ın duygusunu doğduğum günden beri ezbere bilmeyi gerektiriyor.”

Bu gereklilik cümlesi o kadar canımı yaktı ki... Anlatamam. Belki bir başka yazıda bunun ne kadar can pazarı olduğu bir yerden kendimi ifade edebilirim. Çünkü o karanlık yerlerin de onurlandırılıp aydınlığa çıkarılması taraftayım. Ancak o zaman bu acıların bir anlamı olacağına inanıyorum. Fakat o gün bugün değil.

İşte yine nerelere daldık çıktık! Mükemmeliyetçi yanım beni böyle ayrıntılarda oyalayıp duruyor, zaman kaybettiriyor. Bu yüzden de geride kaldığımı düşünüyorum. Telaşlanıyorum. Hâlbuki kendi ritmimde her şey yolunda. Yeter ki kıyaslayıp yargılamayayım kendimi.

Belki de kendime hatırlatmam gereken; sadece bir bütünün parçası olduğum ve üstelik o bütünün en mükemmel parçası olmadığım. Böylece daha akışta ve huzurda olurum. Yola devam etmem kolaylıkla ve sevgiyle olsun. Teşekkürler.