Biz millet olarak çok duygusal özelliklere sahibiz. Belki de bu duygusallığımız, mensubu olduğumuz dinin gereği, inanç boyutunda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma sonucudur. Olaylara ve olanlara hep duygusal olarak bakıyoruz ve yaklaşıyoruz. Birçok konuda bu böyledir. Ezilene, ekonomik zorluklar içerisinde bulunana, mağdur, mahcup olana ve daha birçok konuda duygusal yaklaşımlar sergileyerek;  elimizde, avucumuzda ne varsa vermeye, bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışırız. İsteyene veririz yani!

Millet olarak bu özelliklerimiz ön plana çıktığı çok önemli yerlerden bir tanesi de artık bir meslek haline getirilen dilencilik konusundadır. Hasta, yaşlı, çocuk veya çeşitli engelleri bulunan kişilerin, iş bulamadıklarından dolayı, kolay yoldan köşeyi dönme niyetinde oldukları ya da ruhen veya bedenen hastalıklı oldukları için dilenciliği meslek haline getirildiği söylenir. Doğrudur veya yanlıştır, onu o an ki durumları göstermektedir. Özellikle Ramazan’ı Şerif ayında, inanç boyutundaki duygularımızın tavan yaptığı,  dini gün ve gecelerde, daha çok suiistimallere şahitlik ederiz. Duygu sömürüsünün yapıldığı, hepsi olması bile, birçoğunun artık bunu bir meslek haline getirdiklerinden olsa gerek, yakalanmaları ve durumunun, halinin araştırılması sonucunda, kanıksanmayacak derecede mal varlığının ve parasal gelirinin olduğu tespit edilmiştir. Hepsi böyle mi, elbette hayır! İhtiyacını olan, mecbur kalan da elbette var.

Dinimizce dilenmenin, dilencilik yapmanın pek hoş karşılanmadığını bilmekteyiz. İslam’a göre en kötü kazanç yoludur. Rasûlüllah Efendimiz (sav): "Kişi ister, ister.. nihayet kıyamet gününe yüzünde bir parçacık et yokken gelir", "İhtiyacı yokken dilenen, ateş topluyor demektir." “Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır, insanlar istediğini verseler de vermeseler de.” (Buhari, Zekât 60, Büyu 15)Yine Peygamber efendimizin, yanına gelen adama balta vererek, “Al bunu, git odun kes, topla, sat. Seni on beş gün görmeyeceğim.” buyurdu. Yani, hangi durumda olursa olsun, dilenilmemesi gerektiğini öğreniyoruz.

Dilencilerden mustarip olmayanınız yoktur. Biliyoruz ki dilencilik, dilenmek, insan rencide, küçük düşüren hallerdendir. Her an, her yerde karşımıza çıkan, kadın, erkek, çocuk, her yaştan insanımızın para alabilmek için, dini bir takım söz ve söylemleri kullandıklarına şahit oluyoruz. En yumuşak yanımız olan, yardımseverlik ve paylaşımcılık duygularımızın ani kabarmalarına sebep olan Allah (CC), Peygamber (SAV), Kuran-ı Kerim (azimüşşan) gibi karşı çıkamayacağımız lafızlarla bizleri tabiri caizse mecbur bırakarak, can alıcı yerlerimizden vuruyorlar.

Camiye gidiyorsun, cami önünde dilenenler, trafik ışıklarında duruyorsunuz sizden bir şeyler isteyenler, banka önünde sizi bekleyenler, parkta, çay ocağında,  oturuyorsunuz yanına gelenler, yolda ilerlerken sizi durdurup bir şeyler isteyenler, birçok köşe başında oturmuş gelen geçenlerden bir şeyler bekleyenler… İhtiyacı olsun veya olmasın, bu işi yapanlar var. Verseniz bir türlü, vermeseniz bir başka türlü! Veriyorsunuz,  doğru yere gittiğinden emin olamıyorsunuz; vermiyorsunuz, “acaba ihtiyacı var mıydı?” diye vicdan muhasebesine giriyor, vicdan azabı çekiyorsunuz.

Çoğu zaman, dilenen birini geçince, tekrar dönüp gücü nispetinde veya cebindeki paraya orantılı olarak, bir sadakayı defıl belâ niyetine verdiklerini biliyorum.

Yine camiden çıkan cemaatin, henüz daha caminin o manevi havası üzerinden gitmeden cebindekileri dilencilere verdiğini de biliyorum.

Zaman zaman dilenciler arasında bir takım olayların zuhur ettiğine de şahitlik ederiz. Hele yerli dilencilerimize, son zamanlarda mülteci olarak memleketimize gelen Suriyeliler de eklenince,  bariz birtakım problemler ortaya çıkmaktadır. Geçenlerde Cuma namazı çıkışında, cami önünde dilenciler sıra sıra dizilmişler; ama bir tarafta Suriye’den gelenler kadınlı, erkekli ve çocuklu, diğer tarafta ilimizim müdavimi olan yerli dilencilerimiz var. Tabi Ensar’a yardımcı olmuş olmak babından, Suriyelilere yardım yapılıyor, sadakalar veriliyor. Karşı tarafta ki yerlilerimiz, bundan hoşnut değil ve ters ters bakıyorlar Suriyelilere. Sonunda kadının bir dayanamayıp konuşuyor: “Hep onlara veriyorsunuz, biz de sizin dilenciniz, biz de bu memleketin dilenciyiz” diyor. Camiden çıkan cemaat, tebessüm eden çehreler ve sağa sola baş sallamalar!.. İşte güler misin, ağlar mısın babından, yerli dilencilerin, sözde yabancı olan, ama aslında misafirimiz olan muhacir dilencilerin durumu. Savaş, dilencilik ve rekabet!

Şimdi size bir de fıkra tadında bir olay anlatayım.

İstanbul’dan telgraf gelir. Telgrafta; “kör 50, topal 100, hem kör hem topal 150. Ne kadar bulursan,  kap gel stop” yazıyor. Memurlar içinden çıkamıyorlar. Sonunda emekli olmuş bir memur bularak; “bilse bilse, o bilir!” diyerek çağırırlar ve izâhata davet ederler. “Bunu bilmeyecek ne var” diyerek biraz da dalgasını geçer adam ve anlatmaya başlar. Diyor ki, “kör dilenci varsa yevmiyesi 50, topal varsa yevmiyesi 100, hem kör hem topal olursa yevmiyesi 150 lira, ne kadar bulursan al getir İstanbul’a!”  der.

İşte meslek haline getirilen dilencilerin durumu!..

Kerim BAYDAK

[email protected]