“Epiktetos’un “Biz, ruhsal deneyimler yaşayan insanlar değil, insan deneyimi yaşayan ruhsal varlıklarız” sözünü anladığım gün, hayatım değişmeye başlamıştı ve eşsiz dönüşümüne tanık olduğum ruhum, bedenimle kol kola girip bir kampa gelmişti.”

Diye başlayan cümlelerle dile getirmiş anlatıcı bir kamp sürecine girişini. Sonra da farkındalıkları doğrultusunda kendisi ve çevresindekilerle ilgili gözlemlerini anlatmış. Anlat anlat bitirememiş tabii anlaşılacağı üzere. Çünkü kabullenmede zorluk çeksek de az çok artık bunu biliyoruz, bu gide gide bitmeyen bir yolculuk. Kendimize özgü hikâyeciklerden oluşuyor molalarımız. Hayal gücümüzün yettiğince de süslüyoruz bu hikâyecikleri. Bütün olay bundan ibaret bence.

Ne çok seviyorum son zamanlarda şu  ‘bence ‘ sözcüğünü. Bazen yapmacık gelse de hayat kurtarıcı özelliği daha baskın geliyor ve kullanmaya özen gösteriyorum. Örneğin rüyalarla ilgilendiğim için çeşitli yayınlar okuyorum, yardımlar alıyorum ve onların da kendine özgü dilini öğrenmeye devam ediyorum. Bu kendine has dil öğretisinde de ‘ bence’nin o hayat kurtarıcı özelliğini net görüyorum.

Nasıl mı? Rüya önce görenin olduğu için kişinin kendi yorumunu yapmadan başkasıyla rüyasını paylaşmaması önerilir. Ardından her kişiye göre bir sembol dilinin olduğunun altı çizilerek istenilirse kendi bakış açısından rüyanın yorumuna geçilir. İşte bu sorumlulukların öncelikler doğrultusunda pay edilmesi bence dolaylı yoldan hayat kurtarıcıdır. Kurtarıcıyı dışarıdansa içeride aramaya teşvik eder kişiyi. Hele ki yeni öğrendiğim bir cümle tam da anlatmak istediğimin içini dolduruyor. O da şu:

“Bu benim rüyam olsaydı...”

Ne kadar incelikli bir pas ediş! Bayıldım.

Gelin bunu bir başka özlü söz üzerinden bir daha değerlendirelim. Şöyle altına üstüne sağına soluna bi bakalım.

“Sevdiklerinize uçmaları için kanatlar, geri dönmeleri için kökler verin. Ve de yanınızda kalmaları için nedenler.” Dalai Lama

İşte ‘ bence’ sorumlulukları dilimizde başlayan pay etme sürecini geliştirdikçe kişisel olarak da gelişeceğiz ve sevdiklerimizin de gelişmesine aracı olabileceğiz. Onun için adı üstünde kişisel gelişim. Tersi olsaydı ‘kişisel’ yerine ‘ dışsal’ değişim derdik. Dolayısıyla artık ‘dışa dönük’ etiketinden de özgürleşmeye karar verdim. Kendimi bildim bileli ‘sosyal’ olmam hep bu dışa dönüklüğüme bağlanmıştır. Ben de hoşuma giderek kabul ettim hep bunu. Fakat fark ediyorum diğer sevdiğim özelliklerimde de yaptığım gibi bunu o kadar abartmışım ki bağımlılığa dönüşmüş. Tek başıma ağzımın tadıyla zaman geçiremez olmuşum kendimle. Ay acaba izolasyonda mıyım? Diyerek zevk almaz hale gelmişim kendimle geçirdiğim zaman dilimlerinde. Yenice fark ettiğim için böyle haberim yokmuş gibi davranıyorum. Aslında daha samimi bir dilden belirtmem gerekirse; daha önce de fark etmiştim yaşamı sorgulayan bir insan olarak ama unutuyorum. Onun için hatırlamış oldum diyelim daha içten olsun.

Yeni takıntım da bu; içten olmak. Ne kadar olabileceksem? O da sorgulanır tabii. Çünkü hiçbir ruhun çırılçıplak kendini açabileceğine inanmıyorum. Öyle olunca zaten yalnızlığı baştan kabul etmiş oluyorum. Öyle ise niye bu çaba diyebilirsiniz. Yanıtım her zamanki gibi kocaman bir ‘bilmiyorum’ olacak. Oyalanıyoruz işte. Bir de oynayabilsek ne güzel olur!