Yaklaşık 2 yıldır köşe-bucak kaçtık ya da kaçtığımızı düşündük.

Boş yere didinip durmuşuz, zalim oğlu zalim, canı istediği yerde yakamıza yapışıveriyor, hem de bırakmamacasına.

Biz, hangi derecede kaçmaya, uzaklaşmaya çalıştıysa, o da o derece peşimizden koşar adım, adeta gölge gibi takip etmeye başladı. Ta ki uygun zamanı kollayıp, zayıf bir anını yakalayana kadar.

Bir gölge gibi, sinsi bir düşman gibi, babası öldürülmüş bir kanlı gibi…

Karanlıkta kayboldu, aydınlıkta ortaya çıktı.

Geceleri yok oluyor gibiydi, ama gündüzleri güneşte musallat olup duruyordu.

Kış kış diyon gitmiyor, hoşt diyon uzaklaşmıyor, sopa, silah alıyorsun görünmüyor.

Çare olur, belki yolunu şaşırıp kaçar, ne bileyim kulağına kar suyu kaçar da unutur diye;

1.aşımızı yaptırdık, sanırım böbreklerimizi kurtarıp, güvence altına aldık.

Yetmedi;

2. aşımızı yaptırdık, kalbimi kurtardık, güvence altına aldık.

Bu da yetmedi;

3. aşımızı yaptırdık, demek ki gırtlağımıza kadar ki olan iç organlarımızı kurtardık, güvence altına aldık.

Yine yetmedi, yetmiyordu, baş belası sürekli etrafımızda fink atıyordu, sanki bizimle oynaşıyordu, sanki bize kur yapıyordu, etrafımızda dümbelek gibi, fırıldak gibi dönüyordu.

Ulan başında mı dönmüyordu be baş belâsı, ne istersin biz gibilerinden!

Kaç, kaç, kaç, nereye kadar, elbet bir yerlerde mola vereceğiz, illaki bir açık vereceğiz.

Vallahi öyle de oldu.

Tam zayıf olduğumuz bir an da gırtlağımıza çöküverdi, çörekleniverdi.

Yok yok, gerçekten öyle bir şekilde gırtlağa yerleşti ki, çıkmam da çıkmam diyor.

Aşağılara doğru inemeyince, daha da hiddetlendi, celallendi, renkten renge girdi, evrimler geçirdi, kendince varyantlar geçirip kudurmaya başladı. Yaktı, yıktı, tahriş etti, aklına gelen her ihtimali denedi; ama bir türlü başaramadı, gırtlak boğumunda döndü dolaştı, bir türlü istediğini alamıyordu. Gırtlak üstündeki diğer organlarla uğraşmaya başladı, terleme, baş ağrısı, beş duyu organıyla cebelleşti. Aşağıdan gelen kendi gibi başka virüslerle savaştı yenemedi, ancak zaman kaybettirdi ve birkaç gün uğraştırdı o kadar. Yenildi, pes etti, sanırım bir daha gelmemek üzere ayrılıp gitti. İnşallah gidişin ola da, gelişin olmaya emi!

Kavga-döğüş derken, cebelleşerek bizi kıskacına alarak, gırtlağımıza yapışıverdi, zalim virüs, neyse ki en etkilisinden (Korona) vazgeçerek, biraz insafa gelmiş olsa gerek, şu-bu varyant derken, belki de en düşük, inşallah en son varyantı olacak olan Omicron virüsünün etkisine girdik. Ufaktan iki kaş arası baş ağrısı, boğazda hafif toz var hissiyle gıcıklanmalarla devam eden huzursuzlukla beraber, hafif öksürükle desteklenerek, bizi yastık döşek yatağa düşürdü. Gece yatarken, kas, eklem ağrıları, kimi zaman terlemeler, kimi zaman titremeler eşliğinde huzursuzluklar yaşadıysak da, gündüzün hayrıyla, çeşitli bitkisel çayların ve ilaçların sayesinde, büyük olasılıkla atlatmış bulunuyoruz. Burun akıntıyla beraber, hapşırık ve her öksürmede yanarak, patlayacakmış hissi uyandıran gırtlakta, boğazdaki o savaşı nihayet kazanarak gazi olduk. Kaş, göz, kafa kafaya çarpışarak, nihayet düşmanı alt ettik, ama şimdilik tabi. Yine boş bir anımızda, zayıf bir anımızı yakalayacağı bir zamanda gelmeyecekse tabi.

Biz şimdilik düşmanı alt ettik, bir daha görüşmemek üzere bay bay dedik. Şimdilik zayiat yok, ama ileride ne olur bilemem! Belki aşıların hayrına, belki vücudun direnci, belki Allah’ın inayetiyle, salya-sümük aktıysa da, gırtlağımız parçalanıncaya kadar öksürdüysek de, kimseye bulaştırmamak adına kendimizi izole ederek, gönüllü karantinaya alarak nihayet karşılaştık, uğraştık, savaştık ve yendik.

Yani geldin, gördün, dersini aldın gittin.

Herkes aynı derecede şanslı mıdır derseniz, işte o muamma.

Demek ki düşmana silahıyla saldıracaksın, silahıyla hatta daha gelişmiş silahlarla hücum edeceksin ki düşmanı alt edesin, yerini dar edesin, yoksa kaybetmekten kurtulamazsınız. Tabi canınızla ödeyerek.

Kerim BAYDAK

[email protected]