“Mevcut olanı koru!” demiş ona biri. O da bana söyledi. Onda her şey mevcuttu benim isteyip de sahip olamadığım. Ben yoklar, o ise varlar ülkesi hem de varlıklı. Kıskançlıktan öte haset olduğunu yenice kavradım hissettiklerimin. Üzerine eyleme geçmesem de düşünsel olarak bende yok onda da olmasın şeklindeydi içimde vücut bulan.
Birçok neden var tabii. Beddualarla büyüyen bir çocuk olarak yetişkin halim bunu o kadar benimsemiş ki; “Allah seni kahretmesin!” diye bas bas bağırılır ama onun enerjisi inkâr edilip sadece zavallı bir –me, -ma ekinin seni kurtaracağı düşünülürdü. Bu da var olan inkârımı sürdürmeme neden olmuş ve ben ayak diremiştim haset ve kıskançlık arasında fark yok diye.
Diyorum ya, kavramları kendi algı dünyama göre o kadar çarpıtmışım ki hangi birini düzeltmeye ömrüm ve gücüm yeter yaşadığım sürece göreceğiz hep birlikte. Çünkü ben kurcalamaya devam edeceğim her anlamda. Bu bana iyi geliyor.
Arkadaşa dönecek olursak, o arkadaş öyle de yaptı. Takip ediyorum. Gerçekten mevcut olanı korudu. O, onu korudukça mevcut olan da ona kat be kat geri döndü, nankör çıkmadı.
Bu onun hayatı. Bir gözlemci olarak ben de onu seyrediyorum. Onda olanı istiyorum. Çoğu benim için olmayacak, biliyorum. Artık olması için de bir talebim yok. Geldik gidiyoruz şunun şurasında. Fakat giderayak bir gol atabilmek adına çabadayım. Yani mevcut olanı korumaya çalışıyorum. Elimden gelenin en iyisini yapıp işi oluruna bırakıyorum. Sadece ondaki bu anlayışı hayatıma geçiriyorum.
Birçok alanda, birçok açıdan bu inanca sarılıyorum. Hepsinde de vazgeçmeden, saldırmadan ama kendi duygu ve düşüncelerimi de ortaya koyarak, karşı tarafı da duymaya özen göstererek yol almaya çalışıyorum.
Birçok alanda bunu uyguluyorum dedim ama havada asılı kaldı gibi hissettim. Çok da ayrıntılarına girmeden annemle ilişkim üzerinden gideyim. Birlikte yaşıyoruz ve birçok nedenden dolayı yalnızca bugün için birlikte yaşamaya devam ediyoruz. Çatışma anında her şeyi o kadar kişisel algılıyorum ki; inanın resmen yaşamım tehdit altındaymış gibi yaşıyorum bütün o duyguları. Üzerinde çalışıyorum tabii. Hani o mevcut olanı koruma adına “Aklımı kullanırsam duygularım kirlenir, yani aklını kullanma,” diyen tarafımla “Aklını başına devşir kızım,” diyen tarafımı uzlaştırmak o kadar kolay olmuyor benim için.
O kadar çok bilgi var ki yazılacak bu konuyla ilgili... Ters köşeler de daha görünür kılıyor bilgiyi. İşte bunlardan biri şu sıralar elimdeki kitaptan gelsin. Kitabın adı “Yaz Kızım”. Fadime Çelik yazarı. O da okuduğu Bert Hellinger’e ait “Yardım Etmenin Düzenleri“ adlı kitaptan yapmış bu alıntıyı:
“Ana baba, çocukları için hayır duası ettiklerinde yaşam ırmağıyla en derinden bağlantı halindedirler. Kutsama, yaşama ‘evet‘ demektir. Yaşamı korur, çoğaltır, ona eşlik eder. Kutsamanın tersi, aynı zamanda da gölgesi ‘lanet okuma‘, ‘beddua etme‘dir. Sadece bireyin kendisi değil, ondan sonra geleceklerin de iyiliğini isteyen kutsama gibi, lanet okuma da çoğu zaman yalnızca beddua edileni değil, onun çocuklarını da bulur. Beddua, yaşam ırmağının zehridir.”
Evet, ben de aynen zehri aldım ve devam ettirdim. Sanırım zaman zaman da ettiriyorum. Yani “Seni Allah’ a havale ediyorum!” cümlesindeki alt yazı da aynı enerjiyi taşıyor ve ben bunu yapmaya devam ediyorum ne yazık ki... Ben iyiyim sen kötüsün derken uzayıp gidiyor kin, öç alma listesi.
Artık az çok kendimi tanıyan biri olarak bunların beni aşağıya çektiğini farkındayım. Buralardan çıkmak adına eğitimden eğitime, atölyeden atölyeye koşuyorum. Süreci hızlandırma gayretimin farkındayım. Bir de sanırım acıdan bıktım artık. Bir an önce nefes alabilir hale gelmek istiyorum. Hayırlısı olsun kolaylıkla, sevgiyle ve neşeyle.