"Öğretmen yalvarmaz'DI

Öğretmen boyun eğmez'Dİ

Öğretmen el açmaz'DI

Öğretmen ders verir'Dİ" 

Öğretmen yazar Fakir Baykurt yaşasaydı bugün öğretmen için ne derdi acaba? Artık ideal öğretmen profili yerini “Öğretmen yalvarıyor, boyun eğiyor, el avuç açıyor ve verdiği dersi kimse almıyor.” durumuna bıraktı. 

Bazı meslekler vardır ki bir ülkenin, bir toplumun geleceğini inşa eder. Öğretmenlik bu noktada her mesleğin önünde olması ve öyle değerlendirilmesi elzem bir yapıdır. Oradaki nitelik, ona verilen değer ölçüsünde bir toplumu zirveye çıkarabileceği gibi yerle bir de edebilir. 

Peki, Kimi toplumlarda bu mesleki yapı  nasıl oluyor da kimsenin ciddiye almadığı bir konumuna düştü. Kendi ülkemiz için geldiğimiz noktada  nedenlerinin, niçinlerinin çok da karşılığı yoktur. Çözümün, çözümlerin bilinmesine rağmen her şey normalmiş, hatta yokmuş gibi davranılması, bunun da mesleğin icracıları tarafından yapılıyor olması samimiyeti zedeleyen bir durumdur. Mesleki saygınlığı değerli kılan ise icracıların yaşam içerisinde gösterdiği tutum, davranış ve yaptığı tercihlerdir. Mesleki saygınlık yanında bireyin evrensel değerler uğruna gösterdiği tutum ve mücadele en azından kendine olan saygısını koruyacaktır.

Tehlikenin farkında mıyız? Sinsi bir değersizleştirmeyle karşı karşıya bırakılan bir mesleki yapı ve eğitim sistemi ile karşı karşıyayız. Bir anlamda günü kurtarma adına sürdürülen eğitim politikalarıyla, çağın gereği olan bilimden, sanattan ve liyakatten uzaklaşılması ahlaki çöküntüyle birlikte, kaosu beraberinde getirir. Biliyoruz ki eğitim uzun vadeli planlamalarla ete kemiğe bürünür.  "Bir yıl sonrasını düşünüyorsan bir tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaçlar dik, yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insanları eğit." Konfüçyüs'ün yüzyıllar öncesindeki sözü hala geçerliliğini sürdürmektedir. Yarını dahi  kestirilemeyen bir sistemde umut aşılayabilmek nasıl mümkün olacaktır?

Öğretmen gücünü kimden ve neyden aldığı çok belirleyicidir. Dayanak bilim mi, halk mı, iktidar mı? Bilim bu alandaki vazgeçilmez olmalıdır. Ahlaki değerlerden doğruluk, eşitlik, adalet ve liyakat bilimle taçlanmalıdır. Öğretmenlik misyonunu üstlenen bireyin beslendiği kaynak aynı zamanda onun niteliğini de belirlemektedir. Yüzlerce öğretmen tanımı olsa da ideal öğretmen tiplemesinin olmazsa olmaz birtakım değerlere sahip olması kaçınılmaz olmalıdır. Dünyamızın en temel sorunu da burada karşımıza çıkıyor. Dünyamızın, özelde de ülkemizin yaşanılabilir olup olmadığının sorumlusu da, kaynağı da öğretmenlerdir.

Öğretmen sürekli öğrenendir aslında. Bilim, felsefeden, teknolojiden beslenendir. Evrensel düşünmenin kaynağıdır. İdeolojiler üstüdür. İyiyi, doğruyu, güzeli en iyi bilen ve öğretendir. Ne zaman ki bir öğretmenin vizyonu değişip duruşu bozulur; o zaman işler kötüye gitmeye başlar. Doğa tahribata uğrar, savaşlar, yıkımlar, zulümler artar, toplumsal sınıflar net biçimde ayrılır, ırkçılıkla birlikte faşizm alkışlanır. Silaha yapılan yatırımlar olağanüstü artar ve bunlar gurur verici boyutlarda halk tarafından desteklenir.

Biliyoruz ki öğrenmek hayatımızı kolaylaştırır. Her alanda ilerlemenin yolu da bu öğrenmelerimizi kullanmakla mümkündür. Öğrenmenin gerçekleşmesini sağlayan, bunu temellendiren en güçlü yapı ise öğretmendir. Bireyin toplumun en hızlı şekilde olgunlaşması onların bilgi, tecrübe ve donanımıyla mümkündür. Öğretmenin niteliği, toplum içerisindeki misyonu, statüsü, o toplumun aynı zamanda aynasıdır. Kendi kabuğuna çekilen ve asıl misyonunu yitiren öğretmenler gerçeklerle yüzleşmek istiyorsa yaşadığı topluma bakmalıdır. Toplumların yaşam tarzı aldığı eğitimi yansıtır. İşte orada öğretmenler kendilerini görecektir.

Öğretmen ders verdiği kadar yaşananlardan da ders çıkarandır/çıkarabilendir. Zamanın ileri akması gelişimin de eskiye oranla ilerlemesini gerektirir. Geriye gitmek; bilimden, sanattan, felsefeden uzaklaşmak değil midir? Kimi gelenekleri, inançları, yasaklayıcı çağ dışı uygulamaları, farklılıkları ötekileştirmeyi kutsallaştırmak bilimle aramıza mesafe koymaktır.Yaşadığımız coğrafyaya bir ayna tutmak zorundayız. Her ne kadar bakmak istemeyip gözümüzü kaçırsak da yüzleşmemiz gereken bir yüzümüz olmalıdır. En azından kendine hala öğretmen diyenler daha cesur davranmak zorundadır. Aynada gerçek bir öğretmen görüyor mu? Peki öğrettiği şeyler ne kadar bilimden, sanattan, gelişimden yana? 

Yaşam içerisinde toplumdaki yozlaşma ve çürümenin ulaştığı boyutları hesap edebilmek kadar sebepleri ve çözüm yolları konusunda da doğru tespitler yapılabilmelidir. Hele de öğretmen vasfını taşıyan bu analizi en iyi şekilde yapmalıdır. Değişimin anahtarını o zaman eline almış olacaktır. Karşı çıktığı/çıkacağı, mücadele edeceği cehalet zincirinin tüm halkalarını kırma cesareti gösterdiği takdirde gerçek öğretmen olduğunu hissedecektir. O zaman bir çobanla bir öğretmenin arasındaki ayrım belirginleşecektir.

Koyun yetiştirmekle insan yetiştirmek arasında ciddi bir fark vardır. Bunların birbiriyle karıştırılması çok da mümkün görülmese de geri kalmış toplumlarda veya kendini her anlamda dev aynasında gören toplumlarda bu fark çok da belirgin değildir. Kimi öğretmenler kendini çoban sanırken, kimi çobanlar ve o mantıkla hareket eden yönetimler kendilerini öğretmen zannetmektedir. Bunun neticesinde de çorbaya dönmüş bir eğitim sistemi ve rotası belirsiz bir gençlik karşımıza çıkıyor.

Yüzleşmek tek taraflı bir olgu değildir. Toplumu oluşturan her kesim ve statüsüne göre kendi alanında bu yüzleşmeyi gerçekleştirmelidir. Bu aynı zamanda çözümdeki samimiyetini ortaya koyacaktır. Günümüzde hemen her ülke eğitim bağlamında yapılan iş ve işlemlerin uygulanan politikaların ulaştığı boyutları paydaşları ayırarak ölçebilir. Eğitim alanında: veli, öğrenci ve öğretmenlerin olması gereken yaşam standartlarının neresinde olduğunu, kendilerini nerede gördüğünü belirleyebilir. 

Bugün ülkemizdeki öğretmen “ALT TARAFI BİR ÖĞRETMEN DEĞİL Mİ?” söyleminden uzak değildir. İyimser olmak, öyle yaklaşmak kötü gidişata ses çıkarmamak hatta görmezden gelip normalleştirmek, yapılabilecekleri sürekli ertelemek bir neslin yok olmasına seyirci kalmaktır. Hemen her şeyi çok bildiğini düşünen, kendini toplumun sözde aydınlık yüzü olarak niteleyen öğretmenlerin(?) bu gerilemeye doğrudan katkı sunuyor olması durumun vahametini daha da arttırıyor. Hemen herkesin bir Süpermen bekliyor olması gerçekçi değildir. Her öğretmenin kendini Süpermen görmediği sürece değişim gerçekleşmeyecektir.

Umudunu ve vizyonunu yitirmiş bir eğitim ordusunun "Öğretmenler Günü"  için mırıldandığı türküyü koru halinde dile getirmekte fayda vardır. Okumamış olsa da gerçek öğretmenlerden Neşet ERTAŞ ustanın sözleri belki derdimize derman, dilimize tercüman olur.

“Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum
Eyvah eyvah eyy!”