Bazı sözler vardır, okuduğunuzda kafanızdaki birçok soruyu bir çırpıda cevaplar. Zihninizdeki bazı bulanık düşüncelerin netleşmesine yardımcı olur. İşte onlardan biri:
“Bu dünyaya verilen zararların yarısını kendini önemli hissetmek (ya da hissettirmek) isteyen insanların eserleridir.” (T.S.Eliot)
Kendini önemli hissettirmek ve benliğinde bu duygusunu tatmin etmek isteyenlerin doğruluk adına, hizmet adına ve memleket adına yaptıklarının aslında ne kadar zarar verici ve yıpratıcı olduğuna dair bir hayli örnekler bulabiliriz.
Ülkeler ve dünya çapında meydana gelen ve büyük dalgalanmalara neden olan olaylar ve kişiler ilk olarak akla gelse de üzerinde biraz daha düşünüldüğünde çevremizde meydana gelen olaylarda da bu sözün yansımasını çok kolay görebiliriz.
Siz bu söz etrafında gezinip çevrenize uyarlaya durun ben bu sözün sihrini daha fazla bozmamak adına başka bir söze daha doğrusu kısa bir öyküye geçeyim.
Anadolu'nun orta halli bir kasabasından 40-50 kadar kişi, yakındaki büyük kente alışverişe gitmiş. Hayvanlara yüklemişler nohudu, buğdayı; onları satıp kumaşlar, tencereler almışlar. Dönüşte 3 haydut, kervanın yolunu kesmiş, çekmiş silahı, ''Yatın, kıpırdamayın'' derken hepsini soymuş, yarı çıplak yollamış. Kasabanın girişinde durumu görenler şaşırmışlar, sormuşlar:
"Ne oldu size, ne bu haliniz?"
"Soyulduk." cevabını alanlar yüklenmişler:
"Kim soydu, nerede soydu, kaç kişiydi?"
İçlerinden biri durumu özetlemiş:
"Onlar 3 kişi beraberdi, biz 40 kişi yalnızdık!"
Son cümleye dikkat edin: “Onlar 3 kişi beraberdi, biz 40 kişi yalnızdık!” Sonra da şu sözü hatırlayın “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.”
“Kimler 3 kişi” veya “bu 40 kişi kimler?” diye sormayın. Ya da “namuslular ile namussuzlar derken kimleri/neleri kastediyorsun?” diye de sormayın. Söyleyemem. Aslında izaha gerek yok. Çünkü sizlerle aynı hava ve aynı ortamları paylaşıyoruz aşağı yukarı. Kastedilenin ne/neler olduğunu çok iyi anladığınıza inanıyor ve hafiften tebessüm ettiğinizi de görür gibi oluyorum.
Kusura bakmayın. İçinde bulunduğum coğrafi, matematik, jeolojik, psikolojik ve dahi antropolojik konumlar yüzünden nokta atışlar yapamıyoruz. Üstelik taşlar da sıkı sıkıya bağlanmış. Bu yüzden kimi okuyucularım “ne demek istiyorsunuz?” diye yazdıklarımızı anlamakta zorlanabilirler, haklılar. Ama bizi böyle idare ediverin.
Ne zaman ki taşlar salıverilir, ne zaman ki suyu bulandırılanlar, suyu bulandıranlardan daha cesur olurlar, ne zaman ki; ayaklarımıza dolanmış prangalardan kurtulma ihtimali belirir, ne zaman ki; dokuz köyü dolaşma ihtimali ortadan kalkar, o zaman biz de nokta atışlara başlarız.
Yoksa böyle bir yazıyı okurken sizin çektiğiniz sıkıntıları(!) bizler de aynen yazarken yaşıyoruz.
(DÖY)