Güzel bir tatil geçirdiğini ve üstüne üstlük, bir de güzelce giyindiğini düşünen Ömer  Efendi; sonrasında kızacağı, sinirleneceği, kötü olacağı, sağlığının bozulmasına kadar varacak bir problem yaşayacaktır.

İşte akılsız başın, heva ve hevesin, nefsi hoş etmenin cezasını maalesef ayaklar çekiyordu.Nefsi, vicdanı ve cüzdanı arasında  sıkışıp kalan ve pek de umursamayan Ömer Efendi, bir türlü neyin doğru, neyin ynalış olduğunun farkında değildi. İmzaladığı yere dikkat etmeyen ve neyi imzaladığının farkında olmayan Ömer  Efendi, büyük külfet oluşturacak bir dikkatsizliğin, belki de ihmalkarlığının kurbanı olmuştu.

Yaklaşık bir yıl sonra işyerindeyken, postacı bir zarf uzatır ve imzalamasını ister. Ancak Ömer  Efendi bakar ve icradan geldiğini görüp imzalamak istemez. “İmzadan imtina etmiştir” diye zarfın üstüne yazan postacı, tebliğ edemeden geri gider.

İmzalayıp, imzalamaması o kadar önemli değildir aslında, çünkü  tebliğ etmiş olabilmenin başka yolları da vardır. Muhtemelen o yollardan birine başvurulacaktır. Ömer  Efendi, belki imzadan imtina etmiştir; ama borcun sahipliğinden imtina edemeyecek ve faiziyle beraber ödemek zorunda kalacaktır.

Sinirlenen ve sigara üstüne sigara yakan Ömer  Efendi, yeğenine ulaşmak ister. Yeğenine ulaşamayanca, daha da sinirlenmeye başlar.Nihayet ilerleyen günlerde, bir şekilde yeğenine ulaşır ve neler yapabileceğini söyler. Yeğeninin işleri bozuktur, ödeyemeyecek durumdadır.Mümkünse kendisinin ödemesini ve bilahare kendisine ödeme yapabileceğini söyler. Kızsa da, kırılsa da, sinirlense de, sağlığına mal olsa da, paşa paşa,  yeğeninin bir yıllık harcamalarını faiziyle beraber öder.

Uzun süredir ödemeye başladığı borçları karşılığında, yeğeninden para alabilmiş midir derseniz? İşte orası bir muamma! Çünkü o günden itibaren yeğeni ortalıklarda yoktur.İleride de ortaya çıkar mı, çıkmaz mı, Allah bilir!

İyi ki olan bitenden hanımının haberi olmamıştı.Allah muhafaza, ya bir de hanımının haberi olsaydı bu olanlardan.Neler olurdu, neler... Kesin terkeder,  baba evine dönerdi.

Şimdi, bu yaşanmış olan gerçek hikâyeden çıkarılacak bir çok ders vardır.

Maalesef  elektrik, su, sabit-cep telefonu, her türlü banka kartları ... sözleşmelerinde ve akit işlemlerinde küçücük alt yazılardan oluşan ve  sadece imzalanacak yeri bize gösterdiklerinde; okumadan (istesen de okuyamazsın, çünkü mercek gerekebilir) basıveririz imzayı. Ne olduğunu, neler yazdığını, neyi, nasıl imzaladığımızı o anın heyecanı ve rehavetiyle pek önemsemeyiz.Sonrasında da böyle Ömer  Efendinin düştüğü durumlara düşer, istesek de kurtulamayız.

Bir anlık nefsimizi hoş etmek adına, aldığımız hediyelerin sonunda, böyle hallere düşer ve onun–bunun gözünde dalga geçilecek ve alaya alınacak durumlara düşeriz.

Yeğenimiz değil, kim olursa olsun, imzaladığımız yere ve yerlere çok dikkat etmeliyiz.

Hiçbir şey alay konusu olmaya, insanların gözünde değersiz hale gelmeye, insanların güvenini ve olumlu bakış açılarını, sağlık, sıhhat ve mutluluğunu kaybetmeye değmez.

İşte “akılsız başın cezasını ayaklar çeker!”  demez de ne dersiniz dostlar, söyler misiniz?

Kerim Baydak

[email protected]