İçinden geçtiğimiz salgın günlerinin daha ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Ama dünya salgın hastalıklar tarihini, insanlık tarihini ve dinler tarihini okuduğumuzda görüyoruz ki tüm salgınların üstesinden gelmiştir insanoğlu.

Elbette bu salgın da son bulacaktır ancak bırakacağı tahribatları bilimin ışığında öngörüp orta ve uzun vadede yapılması gerekenlerde gecikmemek önem arz ediyor.

Dünya devletlerinin ve ülkemizin ne kadar etkilendiğini bir yıl sonra falan raporlarda okuyacağız.

Korona virüsünün ülkemizde de görülmesi ile bazı gerçeklerle yüzleşme kaçınılmaz oldu. Neydi bunlar?

  • Devletimizin kasasında öyle birikmiş altın, döviz ve Türk Lirası falan yokmuş. Yani kriz anında piyasayı rahatlatacak kadar devletin zengin olmadığını gördük. Tüm alınan ekonomik paketlere rağmen.
  • Yurdum işverenlerinin de kendi öz kaynakları ile büyümediklerini, başkalarının parası ile para kazandıklarını gördük. Böylesine acil ve olağanüstü durumlarda bir kriz planımızın olmadığını fark ettik, devlet kısa çalışma ödeneğivermese demek ki hiçbir işveren ayakta duramayacakmış.
  • İşçimizin de durumu bunlardan farklı değil elbette. Devletin ve patronların fakir olduğu yerde emekçi kardeşlerimin durumu nasıl iyi olsun? Demek ki onların da köşede, yastık altında kötü gün için biriktirdiği beş kuruşu yokmuş. Günlük yaşıyormuş demek.
  • Tarımın, ilacın ve dezenfektan maddelerin ne kadar önemli olduğunu anladık.
  • İnşaat ve arsa rantına dayalı büyümenin bir işe yaramadığını fark ettik.
  • Bu dönemde en rahatı devlet memurları ve emekli vatandaşlarımız. En azında ay sonunda geleceği belli olan bir sabit ücretleri var. Gerçi enflasyon karşısında bunun da bir değeri yok ama hiç olmazsa diğerlerinden daha iyi.

Sonuç:

Bu krizi fırsata çevirip belki de aklımızı başımıza alırsak en az hasarla atlatabiliriz. Nasıl mı? Her şeyi devletten beklemenin modası değil artık. İşverenler birazcık fedakârlık yapacak ve işçisini işten çıkarmadan ayakta kalmanın yollarını bulacak, şimdiye kadar kazandıklarından fedakârlık yapacak. Yani işçisi için“çalışmadığı gün para da yok” sloganı söyleme vakti değil bu zaman. İşsizlik demek sokağın huzurunun kaçması demektir, sokakta huzur olmaz ise hiç birimizin huzuru olmaz.

İşçi de bu durumu görüp, her alanda tasarruf edecek ve işverene diyecek ki maaşımı mesela %30 düşür demeli, böylece sermaye sahibi de ayakta kalabilsin.

Devlet ise burada tam da sosyal devlet olma amacını gerçekleştirmeli, SGK primlerini düşürmeli, vergi oranlarını düşürmeli, düşük faizli kredi imkânı sunmalı ki çarklar yeniden dönsün.

Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok Türkiye bunun altından kalkar. Ama hesap verebilirlik, şeffaflık, güvenilirlik ve hukuk yolu ile.

Adıyaman’ımıza gelince refahın, kalkınmanın, zenginliğin üç yolu var. Bunun adı 3T. Tarım, turizm ve teknoloji (yazılım). Başka alanlarda zaman kaybetmenin anlamı yok.

Dr. Adnan AĞIR Ph. D

[email protected]