İlk kitaplığımız tahta bir bavuldu.

Dün gibi hatırlıyorum. Karyolanın altıydı yeri. Kitaplık değil bavul gibi dururdu yerinde. Lazım olduğunda çeker, kapağını açar, işi bitince geri yerine itelerdik. Kilitli olmazdı ama anahtarı vardı.

Rahmetli babam kitaplarına önem verirdi. Belki de bu nedenle bavulu kitaplık olarak kullanmıştı. Kitapları bavula yerleştirirken kitaplığa dizer gibi özenle yerleştirirdi. Kapağı açıldığında kitapların sırtı görünürdü. Bu şekilde bir bakışta bavuldaki bütün kitapları görmek mümkündü.

Dünya klasiklerinden tutun da tarih kitaplarına ve yerli romanlara kadar çeşitli türden kitaplar vardı. Çoğunun ismini uzun yıllar unutmadım. Drina Köprüsü, Vadideki Zambak, Savaş ve Barış, Anna Karenina, Osmanoğulları, Turgut Reis, Barbaros Hayrettin, Cem Sultan, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil gibi kitapları ilk kez orada tanıdım. Çoğu kalın, bir kısmı da karton ciltliydi. Ama en çok mecmualara bakardım. Kitaplık dedim ya, bu yüzden mecmualar da orada dururdu. Bol fotoğraflı olduğu için daha çok dikkatimi çekerdi. Mecmuaların çoğu benden büyüktü, yayınlandıkları tarih doğum tarihimden önceydi yani. Dikkatimi çekmesinin nedenlerinden biri de bu olmalıydı.

70’li yılların başıydı Tahta Bavul kitaplıkla ve içindeki kitaplarla tanışmam. Beyaz yakalık ve siyah önlüklü ilkokul yıllarıma denk düşer. Okumayı öğrendikten sonra daha bir başka anlam kazanmıştı Tahta Bavul kitaplık ve kitaplar. Aslında aynı zamanda kütüphane de denilebilirdi tahta bavula, kütüphane demek kitapların olduğu yer değil miydi? En azından benim kitaplığım ve kütüphanemdi…

Rahmetli babam askere giderken, eşyalarını koymak için almış tahta bavulu. Askerlik bittikten sonra da kitaplık oluvermişti. Benim kitaplığım aynı zamanda askerlik de yapmış yani.

Sonra, Tahta Bavulla yani kitaplığa fazla uğramamaya başladığımı hatırlıyorum. Okul kitaplarım ve derslerimden dolayı mı, yoksa her yaz tatili rahmetli babamın aldığı ansiklopediler yüzünden mi bilmiyorum ama pek aramaz, uğramaz olmuştum. Rahmetli babam yaz tatili başlar başlamaz önümüzdeki yıl okuyacağım sınıfın ansiklopedisini alırdı bize. Yaz boyunca onu okur, hem eğlenir hem öğrenirdik. Bunun sayesinde yeni başladığım sınıfın derslerinde fazla zorlanmazdım.

Böylelikle Tahta Bavulu ihmal etmeye hatta unutmaya başlamıştım. Vefasızlık değildi benimki, sonuçta yine kitaplarla haşır neşirdim. Bu arada o yılların popüler çizgi romanlarını çok uzun süre okuduğumu ve okumayı sevmemde bunların etkisini özellikle anmak isterim.

Halk kütüphanesi ile tanışmıştım. Tahta bavulu unutmuş yerini halk kütüphanesi almıştı adeta. İlk kez kim tanıştırdı, nasıl tanıştım hatırlamıyorum. Sanki dünyaya gözlerimi orada açmıştım. Sürekli gider, dışarıya ödünç kitap verme bölümünden kitap alır, evde okur ve gider tekrar alırdım. Çok okurdum, yer gibi, içer gibi okurdum kitapları. Biter bitmez vakit geçirmeden gider yenisini alırdım. Öyle çok okurdum ki, bir ara okumadığım kitap kalmamıştı adeta o bölümde…

Oranın görevlisi rahmetli Ali Amca ile artık tanış olmuştuk. Her gittiğimde hal hatır sorar sonra kitaplara bakardım, bazen o da kitap tavsiye ederdi. Güzel insandı Ali Amca, Allah rahmet eylesin. Benim kütüphaneyi sevmem de büyük etkisi olmuştu.

Beni çok etkileyen Kemalettin Tuğcu’nun kitapları ile tanışmam kütüphanede oldu mesela. Okumaya doyamadığım kitaplardandı. Sade, akıcı ve kolay okunmasından dolayı bir keyifle okurdum. Öyle ki, bu kitaplar hayata bakış açımı bile şekillendirmişti diyebilirim.

Tabi Ömer Seyfettin’i de söylemem lazım. Her hikâyesini adeta yaşar, bitmesini istemezdim. Daha birçok yazar ve yüzlerce belki de binlerce kitap…

Kitap ve kütüphane, benim için vazgeçilmez alışkanlık, doyumsuz haz, içimi ısıtan güneş, ufkumu aydınlatan ışık olmuştu. Uzun yıllar, çok uzun yıllar da öyle kaldı. İyi ki öyle kalmış…

İyi ki kitaplarla tanışmışım, iyi ki kütüphaneye alışmışım…

Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen her hatırlayışta ogünleri yeniden yaşar, kitap okumanın ve kütüphaneye gitmenin hazzını, zevkini anar, ararım…

Beni ben eden geçmişimde ne varsa, orada kitap ve kütüphane müstesna bir yerdedir. Kitap okuma alışkanlığı elbette çok önemli, kütüphanelerin varlığı ise apayrı bir öneme sahip. Kitap insan ise, kütüphane şehirdir. Kitap fert ise, kütüphane toplumdur.

Eğer bir ekmek yiyecekseniz yarım yiyin ve diğer yarısının yerine kitap okuyun. Eğer bir bardak çay içecekseniz yarım bardak için ve geri kalan zamanda kitap okuyun, az uyuyun çok okuyun… Her ne yapıyorsanız, içinde veya herhangi bir yerinde kitap yoksa yaptığınız şey yarımdır, eksiktir. Buna inanın ve buna alıştırın kendinizi. Çünkü kendinizi kitapla bulabilir ve kitapla tanıyabilirsiniz.

Her şey rahmetli babamın kitaplarıyla, tahta bavul kitaplığıyla tanışmamla başlamıştı aslında. Daha ilkokula gitmeden kitaplarla buluşmam, babamın buna ortam sağlaması, beni teşvik etmesi, bizlere kitap okuma alışkanlığını kazandırmada ailenin öneminin, anne babanın etkisinin çok güzel örneği aslında. Çocuk hayata gözlerini kitapla açmalı desem abartmış olmam herhalde.

İyi ki hayatımda var olmuşlar…

(Not: 56 Kütüphaneler Haftası nedeni ile bir yazı yazmam gerekince, benim kitapla, kütüphane ile buluşmamın önemli dönüm noktasını hafızamda kalan şekliyle anlatayım dedim. Koronavirüs tedbirleri kapsamında 56. Kütüphaneler Haftası etkinlikleri iptal edilse de bu satırlarla katkı sunmak istedim. Etkinlikler iptal edilse de Kütüphane müdiresi Filiz Hanım'ın gayretleri ile bir şekilde gündeme geldi ve sitemizin bir çok yazarı tarafından konu işlendi. Katkı sunan ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum.)