“Sevmek, her bir hücremiz ‘ Kaç!’ derken, kalmak demektir.”

“Cehalet hiçbir şey bilmemek ve iyinin cazibesine kapılmaktır. Masumiyet her şeyi bilmek ve yine de iyinin cazibesine kapılmaktır.”

Günlerdir ‘ İskelet Kadın’ peşimden koşup duruyor. Nereye kaçayım ondan dedikçe daha yapıştı kaldı üzerime. Sonunda dedim ki ‘ Hadi kalk tekrar oku hikâyeyi. Anımsa geçmişi bir kez daha.’ Çok değindim ama bir kez daha belirtelim. Clarissa Pinkola Estes ‘ Kurtlarla Koşan Kadınlar’ dan bir hikaye ‘ İskelet Kadın’.

Yukarıdaki sevmek ve merhamet tanımları da o hikâyeden alıntıladığım notlar. Daha bir sürü kavram iç içe veriliyor hikâyede. Bense şu an içimde yer bulanları paylaşmak istedim her zamanki gibi.

Oğlum öldüğünde annemle birlikte yaşama kararı alırken farkındalığım doğrultusunda bir sürü etkeni düşünerek karar vermiştim. Şimdi onları detaylandırmaya kalkarsam resmen bir roman yazmam gerekir. Küçük bir karenin küçük bir ayrıntısına değinmek şimdilik gücüm dâhilinde diye düşünüyorum. Olur mu? Bakalım. Çünkü haftalardır yazmadığım gibi hiç de yazmaya isteğim yok açıkçası. Fakat Anna Sorokin’ i izledikçe oradaki gazetecinin yazma heyecanı bana da bulaştı. İnsanlar hangi koşullarda nasıl da azimle yazıyor. ‘ Senin ne farkın var. Sen de özel değilsin. Onlar gibisin. Hadi kaldır kıçını! Dedim. Popo yerine kıç dememin altında yatan da yine kendini prenses sanıp yayılmaya çalışan Özlen’ e kızgınlığımdan. Tabii öyle olduğuna inandırmaya çalışan ebeveynlerime de çok kızgınım.

Bir sürü sabahlık, lizöz, ev ve dışarı kıyafetlerinden başlayan kendi bütçelerini oldukça aşan çeyizlerle iyi bir yere kapılanacağım düşüncesi o kadar net kafama işlemiş ki!... Daha bu sabah yakaladım kendimi üzerimden sabahlığı çıkarmak istemeyince.

“Kadınlar tarlada çömelip doğuruyorlar. Sen de özel değilsin. Bunu sen de yapabilirsin.” Diye bas bas bağırıyordu Anna Sorokin’deki gazeteci kadın. Kafamda o ses, sabahlığımı çıkardım. Koyuldum işe. Annem kalça kırığı ameliyatından sonra belli bir süre, bana kalırsa çok kısa bir süre sonra eve taburcu edildi. Daha ben hasta yatağımdan çıkmamışken iş başa düştü. Resmen cehennemin göbeğine düştüm. 

Ağlanıp sızlanmaya başladığım zaman kendi kendime hatırlattığım bazı anekdotlar var. Bazılarını iyice dağıtmadan paylaşmak isterim. Birincisi dikte edilen ‘kız evlat’ meselesiydi. Hatta pandemi başında psikologdan yardım alıyordum, onun bir geri bildirimi kulaklarımda çınlıyor hala:

“Ne yani şimdi annenin son nefesini verirken başında olmak için mi zorluyorsun bu kadar kendini.” demişti annem üzerine yaptığım bir paylaşımda. Babamın ya da oğlumun son nefesini verirken yanında olamamanın suçluluk duygusunu dillendirirken. Hâlbuki garanticilik sadece benim boş bir çabam.

Bir de gücünü ve haddini bilmemek de var tabii işin içinde. Sanki ipler benim elimdeymiş gibi. Şimdi insanoğlunun bu kadar nahoş hallerine tanık olmak ve binbir çeşit duygu seli nasıl bir hale getirdi beni anlatamam. Ne yakınmaya ne şükretmeye hatta ne de yazmaya gücüm var. Öyle bir nokta ki sanki ölü toprağı serpilmiş üstüme. Ölmeden ölünüz dedikleri anlardan biri yine. Zaten ‘ İskelet Kadın’ ı anımsatması da hep bu yüzden. ‘ Ölüm – Yaşam- Ölüm’ döngüsünü çağrıştırması bu dönemin. Tura gitmek için hazırlanırken annemin kalçası kırıldı, hastanede ölüp gitse ruhum duymayacaktı, çünkü ben Covid oldum derken annem hastaneden ben de hasta yatağımdan taburcu edildik ve bir hengâmenin kucağında her gün yeni bir şeyler deneyimliyoruz.

Bütün bu yaşadıklarımın birer seçim olduğuna inanmayı seçmek yalnızca bugün için bana daha sağlıklı geliyor. Öbür türlü kendimi çok aciz hissediyorum ve kendime acıyorum. Cenin pozisyonunda yatağımda yorganın altına sığınmak ve korkudan titremek hiç hoşuma gitmiyor. Tıpkı çocukluğumda saklandığım divan altları gibi ürkütücü. Yetişkin bir insan olarak sorumluluklarının bilincinde bir o kadar da nerede durması gerekeni bilen Özlen’ i çok arzuluyorum. Bunun uygulanabilir olduğuna inanmayı seçiyorum. Kolaylıkla ve sevgiyle Olsuninşallah.