“Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir.”Kimindi söz anımsamıyorum. Birden dilimin ucuna geldi ölüm haberini okuyunca gazetede. Ölüm… İnsanın üstesinden gelemediği, zamanını seçemediği yaşamın en acılı, son büyük gerçeği. Kim olursa olsun, yaşı ne olursa olsun, içten içe sezse de kimsenin kabullenemediği, ama katlanmak zorunda kaldığı bir olgu. Sıralısı olur mu ölümün? Herkesin kendini hazırladığı bir ölümde bile, ölümün gerçekleştiği an sırasızdır, sarsıcıdır. Böylesine beklenmedik bir ölümde ise bu sarsıntı iliklerine dek üşütüyor insanı…”

Diye devam edip gidiyor alıntı.

 Acaba bir gün alıntısız yazılar yazabilecek miyim? Ben de birilerini referans göstermeden güzel sözler edebilecek miyim? Şimdi yazma eyleminin için de olunca yeni sorunsalım bu. Sorular ekseninde dönüp duruyor düşüncelerim. Duygularım da onlara eşlik ediyor.

Söz yine dönüp dolaşıyor ölüme geliyor…

Da diyebilirim ya da sözü biçimsel kaygılara kaydırabilirim. Şöyle ki; yazdığım yazıları zaman zaman bir kalıba sokmaya çalışıyorum. Günce mi, Deneme mi, Söyleşi mi ya da ne bileyim gittikçe genişleyen sınırlar dâhilinde kısa Öykü mü? Gibi gibi deli sorular beynimi kurcalıyor. Sonra vazgeçiyorum zorlamaktan.

Yine ölüme gelip dayanıyor söz. Evet, gündemimde her zaman var olan ve bugün gerçekleşmiş olan olgu. Oğlumu kaybetme korkusunu çok yoğun yaşadığım bir dönem ( çok uzun yıllar önce) haberleri izlememe kararı almışım. Karardan haberim var, çünkü ben aldım. Fakat kararın nedenini ancak psikoloğum söylediğin de ayırdına vardım. “Nerden biliyorsun oğlunun ölümünün haberlerde çıkacağını? “ demişti de o zaman uyanmıştım.

Evet, işte böyle bir şey! Her şey oğlumu anımsatıyor bana. Ne çok anı biriktirmişiz şu kısacık yaşamında kuzumun.Şimdilik,anılar için şükürler olsun!