Bir miladi yılı bitirip yeni bir miladi yıla giriyoruz. Tıpkı yeni bir aya ve yeni bir güne başladığımız gibi…

Kimi giden yıla kötülükler yüklerken, kimi de gelene umutlar yükleme gayretinde…

Oysa geçip giden kendi hayatımız, biten ömrümüzdür.

Miladi yeni yılı karşılamanın, onu kutlamanın telaşı içerisindekiler; her gün, her saat, her saniye ömrümüzden azalırken ve imtihan amaçlı her seferinde Emr-i Hak vaki olacağı güne değin yenisi verilirken; bunun hesabını yapıyor mu acaba?

Yapmıyorsak vah bize…

Bir mahalle bakkalı bile alış verişinin hesabını yaparken, bizlerin, bizlere bahşedilen hayatın hesabını yapmaması ne hazin, ne acı...

“Kârda mıyız yoksa zararda mı?” diye her günün muhasebesini yapmak gerekirken yılları fütursuzca harcamanın karşılığı ne olur, varın siz söyleyin.

Eski yılı uğurlayıp yenisini karşılamanın heyecanını yaşayanlar olarak sormak isterim:

Her nefeste eskisini verip, yenisini almıyor muyuz?

Her saniye, her dakika, her saat eskisini gönderip yenisini karşılamıyor muyuz?

Gün eskiyor uyuyoruz, sonra da yeni güne uyanıyoruz…

Her gün, her hafta ve her ay aynı şekilde sürüp gitmiyor mu?

Hangisini gönderirken uğurluyoruz?

Hangisini karşılarken kutluyoruz?

Ve…

Hangisini nasıl harcadığımızı biliyor muyuz?

Nasıl tükettiğimizin farkında mıyız?

Kârda mıyız yoksa zararda mı?

Hangisinin hesabını yapıyoruz?

Hiç birinin değil mi?...

Bu hesapta, bu muhakemede olanlara selam olsun.

Kamu yönetiminde bir kavram vardır; “Hesap verebilirlik”. Yani “yetki, sorumluluk ve görevlerle ilgili sorumlu ve cevap verebilir davranma gerekliliği.”

Buna ömür yönetiminde hesap verebilirlik, desek nasıl olur acaba?

Allah bizleri, yaşadığımız her anın ecele yaklaşıldığının bilinci ile muhakemesini yapan, onu rızasına uygun yaşamaya gayret eden kullardan eylesin. Geçirdiğimiz, yaşadığımız her ânın bizden hoşnut olarak ayrılmasını ve gelen her ânı hayırla değerlendirmeyi nasip etsin…

İster miladi, ister kameri bütün zamanların yegâne sahibi, evirip çeviren Cenab-ı Allah’tır. Kuşkusuz, ecel gizlidir ve Arşıâlâ’da vakti bellidir. Şu var ki her geçen ân ecelimize biraz daha yaklaşıyoruz, düşünsek de düşünmesek de, istesek de istemesek de…

Gerçek bu iken eceline yaklaşan insan için, sevinmek mi, çılgınca eğlenmek mi, yoksa deruni tefekkür mü?..

Acaba hangisi?

Takdir de karar da sizin, zira hesabı verecek olan da sizsiniz. (biziz)

Gelen her yeninin hayırla gelmesini, hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Son söz üstad Necip Fazıl Kısakürek’in olsun…

Nedir zaman, nedir?

Bir su mu, bir kuş mu?

Nedir zaman, nedir?

İniş mi, yokuş mu?..