Gelin sizi önce Ayfer Tunç’un “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” kitabı aracılığıyla 70’li yıllara götüreyim:

“İsim, Şehir, hayvan; adam asmaca

Okullarda boş geçen dersler, kâğıt ve kalemin gerekli olduğu oyunların oynanmasına yarardı. Böyle boş geçen bir derste isim, şehir, hayvan oynamak, sıkıcı bir tarih dersinden çok daha yararlı olurdu. Cehaletin kültüre göre daha çok prim yaptığı günümüzde, çocukların artık oynamaktan pek hoşlanmadıklarını sandığım isim, şehir, hayvan, 70’lerde çocukların favori oyunlarından biriydi. Bunun için bir deftere dikey çizgiler çizilir, isim, şehir, hayvan, eşya, bitki gibi başlıklar bu dikey çizgiler arasında oluşan kolonların başına yazılırdı. Çocukların bilgi durumuna göre bu kutulara ağaç, ülke, meyve gibi kutular da eklenebilirdi. Biri içinden alfabenin harflerini sayarken, bir başkası “dur” der, dur dendiğinde hangi harf akıldan geçmişse o harfle oyun başlardı. Harf diyelim ki A, isim kutusuna ayna, bitki kutusuna ayva veya A ile başlayan başka kelimeler yazılırdı. Bunlar yazılırken, kimse yazdığını başkasına göstermezdi.

Kutuların doldurulması için makul bir süre beklendikten sonra, puanlamaya geçilirdi. En yüksek puanı hiç kimsenin yazmadığı kelime alırdı. Örneğin on çocuktan altısı şehre Ankara, üçü Adana, biri de Artvin yazmışsa, Artvin yazan en yüksek puanı alır, Ankara yazan altısı da en düşük puanı alırlardı. İkinci turda harf değişir ve belli bir süre oynandıktan sonra puanlar toplanır ve en az akla gelen kelimeleri bulmuş olan en yüksek puanı aldığı için oyunu kazanırdı. Bazı harfler belalı olurdu. Örneğin P,J,V gibi harflerle şehir ya da hayvan bulmak zor olabilirdi. Çocukların bilgisi çapında, bulunan kelimeler çeşitlenir kimi zaman öyle bir şehir ya da hayvan olmadığı iddia edilir, ispat için haritalar, ansiklopediler açılır ve bulunan şehir veya hayvan itiraz eden çocuğun gözüne sokulurdu.”

Alıntının orijinal halini bozmamak için başlıktaki ‘adam asmaca’ ya dokunmadım ama ben ondan şimdilik bahsetmeyeceğim.

Gözüne sokulurdu diyor ya oradan devam edeyim ben. Genellikle yazılarımda bahsediyorum rüyalarımı ne kadar önemsediğimi. Fakat bu sefer gözünüze sokmak gibi olacak ama biraz daha detaylandırayım istiyorum. Buna ihtiyacım var. Yaşamım boyunca daha önce de iki kere bu kapıyı açıp emek verdiğim halde korkularımın üzerine gidememekten kapattım. Yas süreci, pandemi derken tekrar açtım.

Yıllardır düzenli olarak rüyalarımı yazıyorum, analiz ediyorum. Şimdilik kullandığım şablon bana çocukluğumda çok sevdiğim bu ‘ isim, şehir, hayvan’ oyununu anımsatıyor. Ayrıntılarına girince belki size göre bir benzerlik söz konusu olmayacak. Benim için ise; çağrışımlara önem verdiğimden dolayı anlamlı bir yerden yazdığıma eminim. Tabii ki sonuçta bu benim kendimden kendime bir mektup, yani kazananı ya da kaybedeni yok. Bilgiyi kapsaması ve şablonun biçimsel özelliğini ortak özellik olarak yakalayabileceğimiz ayrıntılar olabilir. Neyse sizi ikna etme enerjisinden çıkıp yazıma kaldığım yerden devam edeyim.

Rüyalarımda kullandığım şablon dikey çizgilerden oluşan kolonlardır. Başlıkları sırasıyla şöyle:

Rüyanın adı/Tarihi/İsimler/Mekân-Zaman/Renkler-Sayılar/Semboller/ Rüya Sonrası Duygular/Rüya Sonrası Eylem Planı/Rüya Sonrası Gelişmeler

Bundan öncesi ve sonrası uyguladığım ritüeller de bir başka yazıya kalsın. Önemli olan bana çağrıştırdıklarından yola çıkarak çocukluğumdan bugüne bir izlek oluşturmak asıl niyetim. Özellikle rüyalarım bana bunu fark etmemde çok yardımcı oldu. Hangi konuda derseniz? Reddedilmeyle ilgili diyebilirim.

 Sıfır - altı yaş arasında şekillenirmiş ya kişiliğimiz, işte o yaşlarda yaşadığım erkek-kız arkadaşlığında reddedilmeye verdiğim tepkiyle bugünkü tepkim arasında hiçbir fark yok. Buna çok üzülüyorum. Sanki başarısız olmuşum ya da bu konuda kısa kalmışım, yetişilecek bir menzil varmış gibi hissediyorum. Yorucu oluyor.

Fark ettiğim bu izlekteki desenim hep aynı. Önce kendimden beklenilenin üstünde bir performansla oldukça cüretkâr davranıyorum. Fakat zaman, yer, şekil ne ise beni tetikleyen bir unsurla sabırsız davranıp reddedildiğimi düşünüp o bekleyişin verdiği baskıya dayanamayarak ipi koparıyorum. Yaşadığım utançla da bir şekilde üstünü örtüyorum ve canım yanmamış gibi inkâra geçiyorum. Hadi bunu eskiden bilmeden yapıyormuşum. Şimdi bile bile yapmak, durduramamak çok can yakıcı. İnanın bazen sokaklara çıkıp bas bas bağıracağım geliyor canım yanıyor diye.

Deli sanıp içeri tıkarlar diye sokaklarda bağıramasam da burada bir şeyleri itiraf ettikçe iyileşeceğini düşünüyorum. Bugüne kadar rüyalarım bunları fark etmemde nasıl yardımcı olduysa iyileşmesi konusunda da yine onların yardımcı olacağına inanıyorum. O yüzden yazmaya devam edeceğim kendimi. Bana iyi gelen belki birilerine de iyi gelir umudumu yanıma alarak. Teşekkürler.