"Neyi kaleme alayım?" diye birkaç dakika içimden sessizce konuştum. Yazacak konu bulamamaktan değil… Aksine, o kadar çok şey var ki yazılacak! Bazen mesele, görmek değil; gördüğünü yazamamak oluyor. Haklılarla haksızların iç içe geçtiği bir dünyada, kim nerede duruyor, kim kimin yanında yer alıyor, ayırt etmek zorlaşıyor. İnsan nedir? Nerede durmalıdır?

İnsan, düşünen bir varlık olarak doğar. Ölümün kaçınılmaz olduğunu bilir ama yine de yaşar, biriktirir, planlar, hırsla çabalar. Bile bile yaşar bu çelişkiyi… Çünkü insan yalnızca akıl değil, aynı zamanda duygudur.

Yanlışın yanlış olduğunu bilmesine rağmen, doğruyu yapacak gücü bulamaz bazen. Ya da belki de işine gelenin yanlış olduğunu bile bile tercih eder. Çünkü insan; çıkarları, korkuları, aidiyetleri ve zaaflarıyla sınanır. Bazen yanlışın kolaylığı, doğrunun zorluğuna galip gelir. Böylece insan, bildiğinden uzaklaşır.
En acı olanıysa; mazlum ortadayken zalimin yanında yer almak, hakkı savunmak yerine güce boyun eğmektir. Oysa adalet, haklının yanında durmayı gerektirir. Ama çoğu zaman bu dünyada yüceltilen haklı değil, güçlü olandır. İnsan da güçlüden yana olmayı, kendini korumak zanneder.

Oysa gerçek erdem; haklının yanında, bedeli ne olursa olsun dimdik durabilmektir. Çünkü insanın değeri; yalnızca ne bildiğiyle değil, bildiğini ne kadar hayata geçirebildiğiyle ölçülür.

Dünya fanidir. Mal, mülk, makam gelip geçer. Geriye kalan yalnızca bir şeydir: "vicdan."Ve vicdan, insanın mezara bile yanında götürdüğü tek şeydir.

O hâlde sormak gerekir:
İyiyi ve doğruyu yapmak neden bu kadar zor?
Asıl mesele; insanın içindeki sesi duyup duyamamasıdır.
Ve bazen en büyük cesaret, kalabalıklara rağmen doğruyu seçebilmektir. Asıl mesele insan olabilmektir.