Annemin dedesi her ay bir tane milli piyango bileti alırmış. Annem ne isterse istesin dede işi bilete bağlarmış.”Tabii kızım sabret çekiliş olsun zengin olacağız ne istersen alacağım sana dermiş.” Eh tahmin edeceğiniz gibi bu düş hiçbir zaman gerçek olmamış.

Annem biz düş kurmaya kalktığımız zaman ondan mıdır bilenmez lafı tıkar ağzımıza. Hatta bir de fıkraya dayandırarak ‘dağıtma peynirleri’ der fırçalar bizi. Fıkrayı da bir başka sefere anlatırım inşallah. Bugün düş kısmı ilgilendiriyor beni. Bir düş bile kuramıyorum. Yaş, cinsiyet, ekonomik durum derken bir sürü realite gözümün içine sokulurken ne heves kalıyor ne de umut.

Sabah yürüyüşten geldim, bahçeyi suladım ve yıkadım. Kedileri yürüyüşten önce beslemiştim. Hadi aheste aheste çamaşırları da asayım dedim. Telaşı bir kenara bıraktım. Çoğu zaman uygulamaya özen gösterdiğim, bana öğretilen şekliyle asmaya başladım. Uzunluk kısalık gözeterek, renkleri güneşten korunacak olanları ayrı bir yere tasnif ederek, iç çamaşırlarını uygun uzun çamaşırlarla gizleyerek diye liste uzadıkça uzadı. Ardından benim renklere takıntım fırladı. Hadi pembe eflatun yan yana güzel olur, siyahın üzerine şu kırmızı Noel babalı soket çorapları mandalla iki yana, olmadı dışarıdan bakıldığında en güzeli en önde görünsün şu Yargıcı’ dan aldığın kumaşı tiril tiril elbiseyi as göz ününe derken abarttım da abarttım. Ay bunu yazıya döksem fenalık gelir içime dedim. Sonra yazarların nasıl da o ayrıntıları betimlemelerinde dile getirdiklerini düşününce içimden bir takdir çıktı.

Ben sabahın diğer işlerine odaklanmışken bir ara dışarı çıktım ki... O rüzgâr,  fırtına ne zaman çıktı tedbir aldığım halde ne zaman o çamaşır askısını devirdi anlayamadım. Öfkeyle topladım. Allahtan çiçeklerin üzerine devrildiğinden ve biraz kuruduğu için kirlenmemiş. Tekrar yıkamak zorunda kalmadım ve o kızgınlıkla rastgele astım, girdim içeri. İşte yazmak şimdi şart oldu dedim ve yazmaya başladım.

Ne alaka demeyin! Çamaşırları asarken zihnim yazarlarla ilgili o kadar soru cevap şeklinde diyaloglarla meşgul oldu ki o da apayrı bir yazının konusu olabilir. Virginia Woolf’ un ‘Kendine Ait Bir Oda’ kitabında takılı kaldım. Severim kendisini ve eserlerini. Fakat sevmeyenlerinin en çok öne sürdükleri intihar etmesi ile ilgili benim de tetiklenen korkularım var.

Peki dedenin milli piyango biletleriyle nerde kesişti yollarınız derseniz? O en baş belası sığındığım mazerettir kendileri; çok zengin olsam günlük işlerle zaman kaybetmeden daha çok okuyup yazabilsem derim hep. Yazarlığın belli zümreye ait olduğu takıntısıyla yüzleşsem de buna sığınmaktan alıkoyamıyorum kendimi. İşte böyle bir paradoks; bir yandan emeğe saygıyı takdir ederken bir yandan da acizliğimle yüzleşmemek için kaçışlar arıyorum.

Sağlık olsun. Öyle ya da böyle bak bir yazı daha çıktı ortaya. Devrilen çamaşır askısına da minnet duyacağım nerdeyse.