“Kırılganlıkla Parlamak” diye başlık atacaktım. Dergide gördüğüm bir başlık ve içeriği zaten benim de paylaşmak istediğim konu üzerine. Öyleyse aynı başlığı koymamın bir sakıncası yok diye geçti içimden. Sonra çalıntı olacağını düşündüm. Böyle bir girişle çalmadan da başlığı kullanmış oldum. Oldukça zekice değil mi? Lütfen zeki olduğumu söyleyin. Bunu duymaya ihtiyacım var. Teşekkürler.

“Kusurları ve kırılganlığı kutlayan geleneksel Japon sanatı kintsugi’ yi duydunuz mu? En basit anlatımıyla, kırılmış, parçalara ayrılmış ve artık kullanamayacağımızı düşündüğümüz çeşitli porselen ürünleri altın, gümüş veya platin tozuyla hazırlanan karışımlarla onarmak diyebiliriz. Çok daha derinlere baktığımızda ise kintsugi, sade ve kusurlu olmaktaki güzelliği keşfetmeye, bulmaya ve görünür kılmaya kıymet veren “ wabi- sabi” felsefesinden yola çıkan bir sanat. Wabi- sabi, Japon estetiğinde sade ve kusurlu bir güzelliğin biricikliğine odaklanan bir düşünüş. İşte kintsugi de tam olarak bunu yapıyor. Kusurları ve kırılmış parçaları saklamak yerine görünür kılıyor, parlatıyor, ‘ ben buradayım’ dedirtiyor ve kırılganlığın benzersizliğe evrilmesine yardımcı oluyor. Hiçbir şeyin gerçekten kırılmadığını savunan bu felsefe, kırılmayı yeni bir varoluş şekli olarak görüyor.”

Evet, tırnak içinde yazdığım için anlamışsınızdır sanırım; dergideki o yazının özü bu. Kırılabilme ihtimalinizi kucaklamak nasıl geliyor kulağınıza? Soruluş şekline bakar mısınız? Ne kadar naif! Bayılıyorum böylesi iletişim tüyolarına. Bazen yapmacık gelseler de uyguladıkça insanın doğal haline dönüşebiliyor sanırım. Çünkü diyaloglarımızda bana geri bildirim isterken hep böyle söyleyen bir arkadaşım var. Öyle doğal geliyor ki onun ağzından bunu duymak. “Kulağına nasıl geliyor?” der ve benim içimin yağı erir. Önemsenme ve duyulma ihtiyacım anında karşılanır. Gerisi de zaten arkasından çorap söküğü gibi gelir. O telefon kapandığında ben kendimi kuş gibi hafiflemiş hissederim. Nasıl bu kadar şanslı oldum. Şükürler Olsun. Başka neler mümkün? Kolaylıkla ve sevgiyle Olsun.

Tabii ki emek istiyor kendi üzerinde çalışmak. Hele bunu ulu orta denilebilecek bir şekilde yapmaksa gerçekten cesaret istiyor. Çünkü her türlü yargılamalara açık kırılganlığınızın teste tutulduğu bir alana bilmem kaç wattlık spot tutuyorsunuz. Ha bunu çok da cesur olduğum için yaptığım söylenemez. Sadece cesaret tanımımı değiştirerek aynı acıları kendime çektirmemek niyetiyle hareket ediyorum.

Benim kırılganlıklarımın temelini ekonomik yetersizlik ve insan korkuları oluşturuyor. ’Çalıntı Başlık’ sohbetine geri dönecek olursak; ben koskoca kadın olmuşken bile öyle inkârdaydım ki ‘hırsız’ sözcüğü geçtiği zaman tüylerim diken diken oluyordu. Hâlbuki inkâr kendi malzemenden çalmak zaten. Şimdilerde kendime dürüstlükte ‘sade ve kusurlu’ davranmayı kabullendikçe bakıyorum harcım kıvama gelmeye başlıyor. Şükürler Olsun.

Bu aralar minnet listesi yapıyorum şükrümü zenginleştirmek adına, bakıyorum da yazıma yansıyor anında. Şükrede şükrede bir hal oluyorum. Hayırlısı.

Aslında şükredecek çok şeyim var. Bir zamanlar kendi kazandığı parayı alıp kullanmaktan aciz, yine kendi kazandığı parayı alıyor sanıp kocasının cebinden gizli gizli aşıran, üstelik bu çaldığı paralarla kendinin ve rahmetli oğlunun özel ihtiyaçlarını aldığını düşünüp kendini aklamaya çalışan Özlen’ den bugün kazancına sahip çıkmaya çalışan Özlen’ e doğru gidiyor yavaş yavaş. Dahası da var. Bu işlere annesini de suç ortaklığına zorlamıyor artık. O günlerde bahsettiği ihtiyaçları aldırmak için annesini kullanıyordu. Hatta bir mektubu kardeşlerinden birinin eline geçmiş. Okuduğunda yaşadığı hayal kırıklığını eşiyle paylaşmış kardeşi. Eşini de suçlamış sanırım ki uzun yıllar sonra bu  ‘beni de sizin gibi sanıyor’ diye günün speciali olarak önüne sürülmüş eşi tarafından.

Hikaye bana ait ama biraz mesafe koymak adına o günkü Özlen’ e dışarıdan baktım. Çünkü canım yandı. Kırılganlığımı bugün bunları yapmamaya özen göstererek yaldızlıyorum tıpkı kintsugi felsefesinde olduğu gibi.

Gelin dergideki aynı yazıdan bir alıntıyla noktayı koyalım; Prof.Dr. Brene Brown ‘’Mükemmel Olmamanın Hediyeleri”kitabında kişinin bütün kalbiyle yaşamasını şöyle ifade eder, ”Bütün kalbinle yaşamak, gece yatağa giderken,’ Evet mükemmel değilim, kırılganım ve bazen de korkağım ama bu aynı zamanda cesur olduğum, sevgiyi ve aidiyeti hak ettiğim gerçeğini değiştirmez’ diye düşünmektir.”