Rengârenk galvaniz saksılar içinde yine rengârenk çiçekler. Benim çiçek tutkum son yıllarda başladı aslında. Yani benim için yeni bir dünya sayılır çocukluğumu saymazsanız. Çünkü onlar annemin çiçekleriydi. Anımsadığım hep bahçeliydi evlerimiz ve ben akşamsefalarının hala dün gibi burnumda kokusunu hissederim.

     Asılı kaldığım çocukluğumdu sanırım. Ben karşılıksız sevgiyi ilk elden deneyimleyen bir çocuk olarak çok şanslı hissederim her zaman kendimi. Çünkü ben karşılıksız sevginin birinci elden ancak hayvan ve bitkilerle kazanılacağına inananlardanım. Çocukluğun henüz öğretilenlerle bulanmadığı o saflık, hayvanlarla ve bitkilerle doğaları gereği hiç kirlenmeden yaşanılan en saf sevgi boyutu bence.  Burada konuyu fazla dağıtmamak adına sadece bitkilerle ilgili anılarıma değineceğim.

     Annemin bahçesindeki çiçekleri yanı sıra ev içinde de nadide çiçekleri vardı. Babamın getirdiği ilginç, seramik, koca koca saksılarda evin başköşesinde bulunurdu onlar. Çiçeklerle ilgilenmeye başladıkça onların iç süslemelerde kullanılan pahalı çiçekler olduğunu öğrendim. Demek ki onun için başköşede o kadar kıymetliydiler diye bir de tespitte bulundum kendimce.

     Annemin çiçeklerinden benim çiçeklerime geçişim oldukça ilginç bana göre. Yaşamımda herkesi yakın alanımdan çıkardığım, yalnız yaşadığım bir dönemde bir film izledim. Filmde bir öneri vardı; hayatına önce bir bitki, onu yaşatabilirsen bir hayvan, onu da yaşatabilirsen bir insan sokabilirsin şeklindeydi. Hemen araştırmalara başladım. Bakımı çok zor olmayan ve hoşuma gidecek bir çiçek aradı durdu gözlerim hep. Bir gün bir arkadaşımın evinde rastladım ona. Fakat ona da bir arkadaşı hediye etmiş ve her ikisi de çiçeğin adını bilmiyor. Her neyse sağ olsun bana da verdi bir saksı. Adını koymak için ve çiçekle yakın iletişim kurmak adına “ Bitkilerin Gizemli Gücü “ diye bir kitap aldım. Rastgele bir sayfa açtığımda adını koymak için “ Deva “ sözcüğü çıktı karşıma. O günden sonra onun adı “ Deva “ oldu.

     Yine o günlerde büyük gelinimiz ve en büyük yeğenim Ece ile kahvaltı için dışarıda buluştuk bir gün. Ben kendimi paylaşmak adına “ Deva “ ile ilgili buluşma kısmını aktardıktan sonra yine onunla konuştuğumdan filan detaylı bahsettim. Yeğenim çok küçük, kreşe gidiyor sanırım ya da ilkokula yeni başlamış olabilir. Neyse dayanamadı ve dönüp bana; “ Hala ben bunlardan arkadaşlarıma bahsedersem sana deli derler.” Tavrı “ Ben şimdi ne yapacağım? “ tavrıydı. Annesi de anneannesinin de çiçeklerle konuşmasından dem vurdu, ellem ettik kellem ettik Ece’ yi ikna edemedik. Sonunda ben de dayanamadım; “ Yavrucuğum deli bir halaya hazır değilsen bunu arkadaşlarınla paylaşmak zorunda değilsin.” Şeklinde bir çözüm önerdim. Tabii, içten içe çoluk çocuğa malzeme olduk diye de kızgınlık yaşadım.

     Bembeyaz çiçekleri ile o çiçek şimdi annemin başköşesinde. Gücü yetmediği için evin içinde başka çiçeği yok annemin. Sadece benim çiçeğim olduğu için onu içeride tutuyor ve onunla konuştuğunu söylüyor. Sağ olsun internet sayesinde de daha yenice çiçeğimin adını öğrendim. Akyıldız imiş çiçeğimin adı. Oldukça da şifalıymış. Boşu boşuna ona yıllarca “ Deva “ dememişim meğerse.

     Evimde benim de birçok çiçeğim oldu. Oğluma hediye aldığım Bonzai’ ye ben de gözüm gibi bakıyorum. Renkli galvaniz saksılarımı hiç boş bırakmıyorum. Kurudukça mevsimlik çiçekler, yenisini dikiyorum. Ben yokken de sağ olsun çiçeksever dostlardan yardım istiyorum. Daha nice anılarda asılı kalan renklere renk katması dileğiyle asılıyorum çiçeklerime. Onları çok seviyorum.