Kalbimden akan sözcükler deyince şükretmek geldi aklıma. Sıcacık bir eve uyanmak, uykumu almış olmak, önemsediğim ama kendim olmak adına hayır demekte zorlandığım insanlarla ilişkilerimi dengelemekte olan kararlılığım derken uzayıp gidecek bir minnet listesine temas etmek, sarsıcı olduğu kadar umut verici benim için. Teşekkürler hayat!

Bunu hep yapmak istiyorum. Fakat yayılıp kalmaktan korkuyorum. İşte hep bir korku silsilesi Ya Rabbim! ’Huzurun, dinginliğin, dengen gani gani, bize hani!’ gibi şaka yapasım bile geliyor. Fakat böyle şakalar bile dikkatli yapılmalıymış. Potansiyel ortaya çıkmalıymış öncelikli olarak diyorlar ve benim de kontrol etme dürtüm tetikleniyor böylece. Zorlanıyorum.

Hâlbuki oku at, sonra git hedefi çiz. Usta okçunun yaptığı gibi öyküde. Hadi gelin öyküyü paylaşayım sizinle. Öykünün adı: Hedef

Prens, krallıktaki en usta okçu olmakla övünüyormuş. Bütün büyük ustalardan ders almış, ustalarının öğretilerini dikkatle uygulamış, tavsiyelerine iyice kulak vermiş ve teker teker geçmiş. Bunun çok mümkün olmadığını çok iyi bilse de bir başka ustayla karşılaşmayı umuyor, yine de yeni birinin karşısına çıkıp yeteneğini geliştirmesine yardımcı olmasını hayal ediyormuş. Sonuçta insan zirveye çıkınca yalnız kalıyormuş.

Bir gün, ücra bir bölgedeki ormandan geçerken bir kulübeye rastlamış. Kulübenin yanındaki okçu antrenman yerini hemen tanımış. Düzenli bir şekilde istiflenmiş oklar, bir usta tarafından yapıldığı çok belli olan ok başlarıyla birleştirilmek üzere güzel tüyler ve düzgün dallarla dolu bir kutunun yanında duruyormuş. Kulübenin etrafını dolaşan prens kendisini inanılmaz derecede kötü hissetmesine neden olacak şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşmış. Evin arkasında en ulaşılmaz yerlere boyayla işaretlenmiş, bazıları ortalama büyüklükte ama çoğu neredeyse saçma denecek kadar küçük yüzlerce hedef görmüş. Bazı hedefler ağaçların en yüksek dallarına, bazıları engellerin arka taraflarına, masaların ve sandalyelerin arkasına veya sıra dışı yerlere, bir yaprak öbeğine, bir paçavra üzerine işaretlenmiş. Asıl şaşırtıcı olansa her hedefin tam ortasına bir ok saplıymış. Mükemmel olmayan tek bir atış yokmuş. Bu, uzun zamandır beklediği usta olmalıymış. Her atış hedeflerin zorluğuna karşılık gelecek şekilde kusursuzmuş. Prens şaşkınlık içindeymiş. Sabırla yeni ustasının dönmesini beklemiş. Onu görür görmez eğilmiş ve bir öğrenci olarak kabul edilmeyi talep etmiş.

“Hımm, bir öğrenci. Hiç öğrencim olmamıştı. Benim ok atma yöntemim oldukça farklıdır ama mükemmel sonuç garantidir.”

Prens çok sevinmiş ve dikkatle dinlemiş.

“Benim için hedef, insanın dünyaya okunu fırlatması kadar önemli değildir.”

“Muhteşem!” demiş prens.” Lütfen biraz daha açıklayın!”

“Pekâlâ, işte şöyle yapıyorum. Temel hareketle başlıyorum. Oku iyice gerip bırakıyorum, kalbimin derinliklerinden gönderiyorum. Ok yerine ulaştıktan sonra da gidip etrafına hedefi işaretliyorum. Basit görünebilir ama en akıllıca yöntemler genelde öyledir.”

İşte bu kadar basit ama benim için kolay olamayan şey; hedefi vurmak.

Neyse kafamı dağıtayım biraz. Guguk kuşu öttü biraz önce. Her zamanki gibi halamı anımsattı bana. Havaların ısınacağına dair bilgiyi ilk ondan almıştım. Nur içinde yatsın. Daha birçok bilgiye onun sayesinde ulaştım. Zaten genlerimde kayıtlı olanlar apayrı bir dünya. Hala olmaktan başka bir seçim hakkım olmadı ne yazık ki. Tıpkı halam gibi. Halam bundan yakınıyor muydu bilemeyeceğim. Fakat teyzelerin revaçta olması, açıkçası beni zaman zaman tahrik ediyor, kıskançlığımı tetikliyor. Vardır Yüksek Gücümün bir bildiği deyip işin içinden çıkıyorum.

Durdu kalemim bir an. İçimde de akış durdu sanırım. Bilemedim. Ne kadar çok bilinmeze tanık oluyorum içime dönüp sordukça. Hâlbuki her şeye verilecek bir cevabım vardı. Dışsal odaklı olduğum için kolaymış bu. Fakat içime döndükçe, bilmediklerime tanık oldukça, dışarıya da ahkâm kesmek o kadar kolay olmuyor. Susuyorum.

Susmak dinlendiriyor beni çoğu zaman. Bazen dışarısının o kuru gürültüsünü de özlüyorum. Yaşamın gerçekliğini mi yitiriyorum diye de korkuyorum. Laf dönüp dolaşıp yine korkuya geldi. Evet ya, lafın özü korkudan yorgunum. Gerginim. Bu gerginlik günlük yaşamımda zarar veriyor. Dün resmen rüzgârın savurmasıyla merdiven kafama çarptı. Balon gibi şişti kafam. Saçlarımı tararken canım yanıyor. Bu can yanması beni geçmişe götürüyor. Şiddet içinde geçen yıllarıma. Bugün de şiddeti duyumsuyorum iliklerime kadar. Züğürt tesellisi mi bilmiyorum ama şiddetin duygusal şiddete dönüşmesi ya da bu şiddeti en çok da benim bana uyguladığımı görmek kar hanesine mi yazılmalı? Bilmiyorum.

“Şiddetsiz İletişim” diye başlıklar var. Hedeflerimden biri de o. Tam onikiden vurmak istiyorum. Olur mu? Bakalım.

İşte bu yazı da böyle bir hikâyeden çıktı. Önce okunu atıp sonra hedefini yerleştiren bir atış ustasının(!) önerisiydi. Önce yazın sonra başlık atın, demiş. Ben hep önce başlığımı atarım, sonra da yazarım. Şimdi onun önerisine uydum. Önce yazdım. Şimdi başlığı düşünüyorum. Sizce ne olmalı?