Karanfil kokusu bana rahmetli babaannemi anımsatır hep. Bu yüzden pek sevmezdim karanfil kokusunu. Geçmişin küf kokulu ayrıntılarını çağrıştırırdı. Çocukken birbirimizle hiç yıldızımız barışmadı babaannemle. Zaten ben çocukken de Hak ‘ın rahmetine kavuştu. Anlayacağınız iş öbür tarafa kaldı. Tek taraflı olur mu bilmem ama ben onunla barıştığımıza inanıyorum. Evimin içine yayılan kokusu, ağzımın içine yayılan tadı ile karanfiller bol bol hayatıma girdiğinden beri aldığım zevk buna şahittir.

Uzun süredir evim aktarcıya döndü. Hele bitki çayına attığım karanfilin kokusu evin tüm odalarına girsin diye bütün kapıları açar oldum. Benim babaannem hep karanfil kokardı. Emekli Ebe- Hemşire idi kendisi. Kocaman iğnelerini koyduğu teneke kutusu, kupaları ( sırta vurulan), kirli kanı emmesi için sülükleri onun sağlık malzemelerinden en ürkütücü olanlardı benim için. Sık sık çıkan kan çıbanlarıma o pansuman yapardı hep. O anlar aramızda şefkat hissinin yaşandığı ender anlardandı.

Aslında bugün net biliyorum; beni sevmediğinden değil, sevgi dilinin farklı oluşundan kaynaklıymış tüm sorun. Kolay değil onun yaşadığı dönemlerde hem dul hem çalışan kadın olmak. Rahmetli babama hamileyken ölmüş kocası. Sert ve otoriter bir yapısı vardı. Kahve tiryakisiydi. Dibeği, bakır cezvesi, birbirinden güzel ve değerli porselen fincanları özendiğim kişisel eşyalarıydı. Bir de tavlası. Oynayacak insan bulamadığı zaman bir elini kendisine, diğer elini de rakibine tutar; kendi kendine oynardı rahmetli.

En çok sevdiği şeylerden biri de sinemaydı. Selçuk’ ta oturduğumuz apartmanın arka balkonu yazlık sinemaya bakıyordu. Her gece film izlemekten, balkondaki cereyandan yüz felci geçirmişti rahmetli. Hatta bir keresinde biz torunlarını sinemaya götürürken araba da çarpmıştı. Ondan sonra rahmetli babacığımın diline düşmüştü; “ fedakâr babaanne “ (!) unvanı yapışıp kalmıştı üstüne.

Hangi birini sayayım ki çok renkli bir kişiliği vardı benim babaannemin. Gerçekten bugün minnet doluyum varlığına. Çok katkıları oldu benim bugünkü kişiliğimin oluşumuna. En başta dürüstlüğü ve adil olmayı ondan öğrendim ben. Tabii, uygulayabildiğim kadar. Çünkü içi çok geniş kavramlar her ikisi de. Gelin- damat- evlat- torun ayırmadan elindekini en iyi şekilde paylaşmayı bilen bir insandı. Ayrıca okumak denildi mi akan sular dururdu. Bana ilkokulda ilk müzik aletim olan mandolinimi o aldı. İlk kırmızı paltomu, ilk kırmızı ayakkabımı yine o aldı. Daha bir sürü ilkleri bana o yaşattı.

Bugün emin olduğum bir şey var; tüm diğer sevdiklerimle birlikte beni gökyüzünden izliyor. Neden gökyüzü? Çünkü biz çocukları leyleklerin getirdiğini söylerdi ve Selçuk’ ta da bol miktarda leylek vardı. Biz de inanırdık. O inanca saygımla diyorum ki; iyi seyirler. Kahkahanız bol olsun!