Neden annemin çiçekleri? Birlikte yaşadığımıza göre niye bizim çiçeklerimiz olmuyor? Emek veren, adlarını yaşatan o da, ondan. 60 yıllık emek var bu birliktelikte. Çoğu zaman değişik yerlerde ve evlerde oturulsa da tohum buraya atalarım tarafından atılmış.

 Uzun yıllar sonra geriye dönüş oldu. Arkasından belediye yol genişletme çalışmaları adına, bahçenin çoğunu ve güzelim meyve ağaçları da dâhil  yok etti . Kala kala yan ve arka tarafta bir karış toprak kaldı. Fakat annem saksılarını çoğalttı, bugün gelenin geçenin dikkatini çekecek çiçeklere sahip.

Evet, “Annemin Çiçekleri “nin isim hakkı annemindir. Ben ise ufak bir bayilik kaparım belki zamanla.  İsmini bilmediğim bir sürü çiçek hakkında uzun uzadıya nasıl yazarım, bilmiyorum. Annemden yardım alırım muhakkak size hissettirmesem de. Kopya çekmek mi oluyor? Olsun. Onun da bir öğrenme şekli olduğu yavaş yavaş kabul görüyor. Kişisel fikrim ne reddederim ne de onaylarım. Sadece “ hırsızlık “ kelimesi itici geliyor. Neyse ben zihnimi dağıtmayayım.

Sabah kedilere mama verirken,  bahçedeki  taptaze yeşillikler karşısında ağzım sulandı. Nasıl canlı, sulu ve dipdiri göründüler gözüme anlatamam. Daha iyi nasıl ifade edebilirimin altından kalkamadım. Sonuçta  umarım “ağzım sulandı” sözü maksadını aşmamıştır.

Sonra gözüm daha dün gonca iken bugün açmış pembe güllere takıldı. Kokladım hemen. Pek kokusu yok. Fakat turuncu, sarı, kırmızı, mor derken hemen tüm renklerde güller var. Gülleri annemin baş tacıdır. Her ne kadar o, güllerinin eskisi kadar güzel olmadığını düşünse de yine onlardan vazgeçmez.

Önem sırasına göre ikinci sırada aynı zamanda salon çiçeği olan kauçuk, devetabanı, ismini anımsayamadığım bir iki tanesi de verandada yer alıyor. Artık içeride çiçek bakmaya gücü olmadığını söylüyor. Sadece yeğenim Ece’nin bize ve babasına aldığı orkideler için çok çaba sarf etti. Onları başköşeye koydu, yaşatmak için videolar izledi, adım adım o seyrettiklerini uyguladı, fakat sonuç alamadı. Olsun. O azmi benim çok hoşuma gitti.

İsmini bilmediğimiz mor yapraklı, eflatun çok kibar küçücük çiçeklere sahip, arsız diye pek de önemsemediğimiz çiçekten oldukça çok etrafta. Umarım çiçeği önemsemezken sonra hasret kalmayalım kendisine. Arsız marsız ben çok beğeniyorum onları.

Yine rengârenk cenanları var annemin bolca. Fakat onun gözü hala dışarıda. Yan komşunun cenanından tutturamadı diye kaygıda. Neymiş, onun rengi ve cinsi daha güzelmiş. Böyle işte yakında bahçede oturacak yer bulamayacağız saksılardan.

Begonvilleri sarı, beyaz, pembe; sarmaşık ve yaseminleri de çeşitli... Baktım ki renklere ve ayrıntılara girdikçe bu yazı bitmeyecek, en iyisi sıralayıp geçiyorum.

Karanfil, aleovera, zambak, pancur, zıpçıktı(kayısı çiçeği), camgüzeli, yılbaşı çiçeği, mercan, rozet(temiz hanım), horozibiği, papatya ilk anda göze çarpanlar. Bir de ağaç niyetine kenarda kalan şakayık, leylak ve asma var.

Bunun yanı sıra az da olsa benim çiçeklerim var. Onlara girmeyeceğim. Benimkiler genelde kaktüs, sukulent ve çeşitleri şeklinde gidiyor.

Gelelim asıl meseleye, yazılarımdaki karamsar havayı dağıtmak adına kendimce böyle bir çıkış buldum. Fakat alışkın olmayan popoda don durmaz, ben lafı döndürüp dolaştırıp kendime getirmeden duramadım.

Birincisi çiçek böcek işi çok zor. Uzun süre araştırmak, bilgilenmek, gözlemlemek gerekiyor. Ben de o sabır ne gezer. Sonra kendim gibi elimin altında duran bir malzeme varken niye kendimi bu kadar yorayım. Geçenlerde felsefi bir video izlerken duyduğum tespit çok hoşuma gitti:

“Okey sözcüğünün tam karşılığı “ tamam “ diye kullanılıyor. Hâlbuki tam olarak kastedilen o değildir. Buradaki karşılığı “ ben kendimden razıyım” dır.”

Kullanırken içime sinmiyordu , şimdi aydınlanmış oldum. Yine o sohbetten bir tespitle yazımı bitiriyorum. Açıklama gereği duyduğum bir nokta da her seferinde kişi adları vermekten kaçınıyorum. Çünkü bunlar zaten her yerde duyabileceğimiz şeyler. İsimler sadece anımsamamız için birer vesiledir bence.

Tespit şu:

“Ben dünyayı olduğu gibi görmüyorum. Ben dünyayı olduğum gibi görüyorum.”