Beni devamlı takip eden okurların bilirler takım tutar gibi parti alkışlayanlardan değilim. Hatalı, eksik gördüğüm bir icraat olursa oy verdiğim partiyi de acımasızca eleştiririm. Kısacası mümkün olduğu kadar olaylara objektif bakmaya gayret ederim. Objektif olabilmek için ise tarafsız olmak gerekir.

Elbette taraf olduğum konular vardır, bunlar; Atatürk, Cumhuriyet ve Cumhuriyet değerleridir. Bu konular kırmızıçizgimdir açıkça tarafımdır.

Son dönemlerde Atatürk ve Cumhuriyete saldırılırda bir güruh gemi azıya almış durumda. Açıkça hilafet ve rejim tartışmaları yapılmakta.

Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı seçimi, kimin aday olması gerektiği ve parlamenter rejime geçiş senaryoları sıkça konuşulur oldu ve peş peşe anket sonuçları açıklanıyor.

İşte tam da bu noktada ben de sizlerle düşüncelerimi paylaşmak ihtiyacı hissettim. Öncelikle şunu belirteyim benim Cumhurbaşkanı adayım Sayın Mansur Yavaş başkanımdır. Gerekçelerine gelince: en başta Sayın Mansur Yavaş her kesimden oy alabilecek potansiyele sahiptir. Sağcısı da solcusu da MHP liside CHP liside Mansur başkana sıcak bakar. Aynı zamanda Mansur Bey olması gereken birikime, devlet tecrübesi ve terbiyesine sahip bir siyasetçidir. Bu zorlu süreçte ülkenin başında böyle güçlü bir kişi gerekmektedir.

En çok konuşulan diğer isim Sayın Ekrem İmamoğlu’dur. Elbette bu isimde bu makama layıktır, başarısı göz ardı edilemez ancak İstanbul da başlı başına en az Türkiye kadar önemli bir yerdir. İstanbul belediye başkanlığı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı kadar önem arz eder. Mevcut siyasi iktidar İstanbul merdivenini tırmanarak buralara gelmiştir. Bütçesi başlı başına bir ekonomik güçtür, iktidar hala İstanbul Belediyesini kaybetmeyi hazmedebilmiş değildir. Zira İstanbul Belediyesinin bütçesi ile büyümüş, peşkeş çektikleri kaynaklarla tabanını bir arada tutmuştur.

Sayın Ekrem İmamoğlu’nun istifa edip aday olmasına en çok AKP’liler sevinecektir. Zira meclis çoğunluğu ellerinde olduğundan yeni başkanı belirleme gücüde kendilerinde olacaktır. Bu nedenle istifa İstanbul Belediye Başkanlığını yeniden AKP’ye ikram etmek demektir. Bu kesinlikle doğru bir tercih değildir, göze alınamaz.

Gelelim parlamenter rejime: ben hemen parlamenter rejime geçiş taraftarı değilim. Zira bu iktidarın ülkeye verdiği tahribat parlamenter sistemle çözülecek gibi değildir. Parlamenter sistemde mutlaka çoğunluk gerekecek bunu sağlamak ise riskli olacaktır.

Parlamenter sistem için 2 yıl geçiş süreci kullanılmalıdır. Mevcut yetkilerle alınacak kararlar ile parlamenter rejim geçişin alt yapısı hazırlanmalıdır.

Ancak bu yetkilerle Atatürkçü, Cumhuriyetçi kadroları yeniden oluşturabilirsin. Bu yetkilerle yargıyı adaletin yargısı yapabilirsin, bu yetkilerle üniversiteleri tekrar bilim yuvasına dönüştürebilirsin. Bizler valileri devletin temsilcisi sanırdık ama 2 Temmuz 2018 yılında çıkarılan 703nolu KHK ile valilerin tanımı cumhurbaşkanının temsilcisi olarak değiştirilmiştir. Bu KHK ile Valilerin Cumhurbaşkanı ile göreve gelip Cumhurbaşkanının görevinin bitmesi ile görev sürelerinin sona ereceği ibaresi konulmuştur. Dolayısıyla yeni seçilecek Cumhurbaşkanı tüm il valilerini değiştirebilecektir. Yani bu yetkiyi de kullanıp muktedirin memurlarını halkın valileri ile değiştirme imkânını kullanmalıdır.

Ülkenin ekonomik kaynaklarını 25-30 yıl ipotek altına alanların taşeronu olan, milletin a……. Koymakla övünen asalakların bu yetkilerle a……… koymalı, gereği yapılmalıdır.

Kısacası devr-i sabık yaratılıp bunlardan hesap sorulmalıdır. Bu şartlar oluşturulduktan sonra parlamenter rejime geçilmelidir. Ancak bu şekilde normale dönebiliriz aksi takdirde ülke olarak patinaj yapıp dururuz.

İşte bu konularda tarafım ve taraf olmaya devam edeceğim. Terbiyesiz bölüm içinse hepinizden özür dilerim. Ama milletin orasına burasına koymakla övünen asalaklar ile ilgili başka cümle bulamadım.