Ulubey, yaptığı yazılı açıklamada, Hrant Dink Vakfı’na email yoluyla yazılı ölüm tehdit mektubunun gönderildiğini anımsatarak, "Toplum, canıyla cebeleşiyorken, birileri bu toplumu nasıl bir araya düşürürüm hesabını yapıyor olmalı ki, kiliselere yapılan saldırılardan sonra şimdi de Hrant Dink Vakfı'na gönderilen bir tehdit mektubu."dedi.

-"En büyük virüs cehalet"

Büyük Mutasavvıf Yunus Emre'nin sözü ile açıklamasını sürdüren Ulubey, şunları dile getirdi:

"Ne güzel söylemiş, '72 Millete aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa, Hakk'a asidir.'Koronavirüs can almaya devam ederken, ülkemizde tedbirleri gevşetme ve "normal yaşama" geçiş çabaları bizi rehavete sürüklememelidir.Evet, virüs hala aramızda, tehlike hala devam ediyor. Bilim adamları da tehlikenin devam ettiğini sık aralıklarla dile getiriyorlar. Aslında bugün farklı virüs ya da virüslerden bahsetmek istiyorum. Daha önce demiştim ki en büyük virüs cehalet diye!...Ya dini istismar edenlere ne demeli ?... İnsanların en temiz duygularını, inançlarını istismar ederek bundan bir medet uman virüs ya da virüsler de az değil.

Bakın ülkemizde farklı inançlar, farklı mezhepler var. Birlikte yaşama kültürü demokrasinin olmazsa olmazıdır.Toplum, canıyla cebeleşiyorken, birileri bu toplumu nasıl bir araya düşürürüm hesabını yapıyor olmalı ki, kiliselere yapılan saldırılardan sonra şimdi de Hrant Dink Vakfı'na gönderilen bir tehdit mektubu!...Dikkat ederseniz bir süredir toplumun bam teline dokunmayı, kargaşa, güvensizlik ortamı yaratmayı amaçlayan provokatif eylemler arka arkaya geliyor. İzmir’de cami hoparlöründen Çav Bella çalınması, Bakırköy’de kilisenin kapısının yakılmak istenmesi, yine Kuzguncuk Ermeni kilisesinin haçının çalınması, mezarların tahrip edilmesi gibi çok sayıda örnek verebiliriz. Son zamanlarda toplumu ayrıştırma, bölme, korku salma amaçlı üst üste gelen bu kışkırtma ve saldırılar birbirinden bağımsız olmadığı gibi bir rastlantı olduğunu da düşünmüyorum."

-"Dinimiz barış ve hoşgörü dinidir"

Ulubey, inançların varlığına saygı duyulması gerektiğini vurgulayarak,"Her türlü dine, inanca ve düşünceye sahip olmak insan haklarındandır.Kişinin böyle bir koruma altında olduğu gibi herkesin inandıkları , kutsal saydıkları inançlar da aynı şekilde koruma altındadır. Dolayısıyla hangi inançtan olursak olalım kimsenin bir başkasının inancına,kutsalına saygısızlık etmek, kutsal değerlerine saldırmak gibi bir hakkı kendisinde görmemelidir. Kimden, nerden gelirse gelsin bu tür çirkinlikler kabul edilemez. Dinimiz barış ve hoşgörü dinidir. Başka inançlara duyduğumuz saygı ve hoşgörü öncelikle kendimize, inancımıza duyduğumuz saygı ve hoşgörü demektir."ifadelerini kullandı.

-"Toplumumuz her türlü renkliliği zenginliği taşıyan bir toplumdur"

Hangi inanç , ibadet yeri ve şekli ne olursa olsun biri birinin kutsal gördüğü yerlere saygı duyulmasının gerekliliğine işaret eden Ulubey, şöyle devam etti:

"Bu anlamda toplumumuz her türlü renkliliği, zenginlikleri içinde taşıyan bir toplumdur.Herkes inancını,annenelerini istediği gibi yaşamalıdır. Hoşgörü toplumu bunu gerektirir. Hem vicdanen,hem ahlaken, hem insani değerler açısından bu böyledir. Mabetler korunmalı din ve vicdan özgürlüğünden ödün verilmemelidir. Bu konuda sorunlar yaşanmamalıdır. Bunun aksi ve çirkin saldırılar her türlü baskı ve zorlamalara dayalı uygulamaların hiç kimseye bir getirisi yoktur.Ne geçmişte,ne de gelecekte!...Farklı inançlara, farklı kimliklere, farklı düşüncelere saygı ve hoşgörüyle bakabildiğimiz sürece birlikte bir arda huzur içinde yaşayabiliriz.

Bakın bu konuda Peygamber Efendimizin Medine Vesikasını ( Rıza Şehri Beyannamesi ) bir kez daha hatırlatmak isterim; doğum yeri olan Mekke’den Medine’ye hicret ettiği ( 622 ) o dönemde Medine’de İslâm dinini kabul eden çok sayıda insan vardır. Yine o dönemde çeşitli kabileler mevcuttu. Hıristiyanlar, Putperestler, Museviler, diğer Semavi din ve peygamberlere inanan insanlar vardı. Bunlar birbirleri ile geçinemiyor, sürekli sürtüşme halindeydiler.

Hz. Muhammed, Medine’ye varır varmaz yaptığı ilk işlerden biri Müslümanların ve gayri Müslimlerin, ayrıca Yahudilerin hak ve sorumluluklarını koruyacak bir beyanname yayınlamıştır. Böylece Hz. Muhammed tarihte az örneğine rastlanan ve toplumsal barışa önayak olmuştur. Adına Medine Vesikası ( Rıza Şehri Beyannamesi ) denilen 47 maddeden oluşan anlaşma imzaladı. Peygamberimiz bu uygulamayla farklı sosyal sınıfları bir araya getirmeyi başarmıştır. Medine Vesikası, yeryüzünün en eski İnsan Hakları Beyannamesi olarak da değerlendirilmektedir. Demokrasi ve İnsan Hakları bağlamında düşünüldüğünde bu örnek emsalsizdir. Hz. Muhammed bu vesikayı yayınlamakla sorunları hukukla çözmeyi hedeflemiştir. Medine Vesikası her insan için eşitliği öngörmüş, eşit ibadet özgürlüğü ilkesini getirmiştir. Peygamber Efendimize muhalif gayrimüslimleri bile hıyanet suçu işlemedikleri takdirde Müslümanlarla eşit haklara sahip kılmıştır."

-"Her türlü ayrımcılığı ret etmeliyiz"

Medine Vesikasının temel özelliklerini hatırlatan Ulubey,  "Her inanç ve kabile bu anlaşmaya göre eşit haklara sahipti ve hiçbirinin diğerinden üstünlüğü yoktu. Herkesin inancı ve kültürü kendisine ait olacaktı ve diğerlerini bunu kabul etmeleri konusunda zorlamayacaktı. Anlaşmaya dâhil olan inançlar ve kabileler savaşta ve barışta birbirlerine destek olacaktı. Peygamber Efendimiz inananların, inanmayanların hak ve hukukunu adalet çerçevesi içinde gözetmiştir. Bugün bunu rehber edinseydik durum çok farklı olurdu. Ama gel gör ki, İslâm dininin temel yapısını oluşturan bu anlayışın günümüzde ne kadar uzaklaştırıldığını görüyoruz. Her türlü ayrımcılığı ret etmeliyiz. Zaten insan olmasın gerekliliği de bu değil midir?... Bizim güzel değerlerimiz olan Peygamber efendimizin, Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş-ı Veli'nin , Mevlana'nın ve daha nice Anadolu Erenlerinin o engin hoşgörüsünden asla vazgeçmeyin istedim."şeklinde ifade etti.

Kaynak : PHA
Kaynak: pha