Yıldırım, önergesinde Türkiye’de sağlık alanında, sağlığa ayrılan bütçenin, pirim ücretlerinin, sağlık çalışanlarının ihraç edilmesi, atanmaması, atananların iş yükü, taşeronlaşma, giderek artan hastalıklar, esnek çalışma zorunluluğu gibi birçok hak ihlali yaşandığını ileri sürdü.

 Bu uygulamaların neden olduğu ve olacağı sorunların tüm boyutları ile araştırılması ve gerekli önlemlerin alınabilmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İçtüzüğün 104’üncü ve 105’inci Maddeleri gereğince Meclis Araştırmasını isteyen Yıldırım, "Sağlık, tüm birey ve toplumlar için büyük öneme sahip temel bir ihtiyaçtır. Sağlık kavramı “İnsanların ruhsal, sosyal ve bedenen tam bir iyilik hali” olarak tanımlanmaktadır. Bu iyilik durumunu sağlayan örgütler ise sağlık kurumlarıdır. AKP hükümeti iktidara geldiğinde sağlık hizmetleriyle ilgili “SGK kuyruklarında beklenmeyecek”, “herkes istediği hastaneye gidebilecek”, “herkes her türlü sağlık hizmetine ulaşabilecek” , “hastanede rehin kalmaya son” gibi vaatlerde bulunmuştur. Ancak parası olmayan yurttaşlar hastaneye bile gidememekte, hastaneye gitmek zorunda kalanlar ise günlerce, haftalarca sıra beklemek zorunda kalmaktadır.Devlet hastaneleri şirketleşirken, özel hastanelerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Yurttaşlar sigorta primi, katkı-katılım payı, ilave ücret, fark ücreti gibi on ayrı kalemde ödeme yapmaktadır. Sağlığa ayrılan bütçenin %45 ‘i kamu hastaneleri kurumuna yani sağlık hizmeti üretmeyen yöneticilere verilirken sağlık hizmeti alımında vatandaşın cebinden %75 çıkmaktadır."dedi.

"15 Temmuz darbe girişimi sonrası kamuda yaşanan açığa alma ve ihraçlar KHK ile tam bir cadı avına dönüşmüş, OHAL'de askıya alınan tüm haklar gibi sağlık hakkı da askıya alınmış binlerce sağlık çalışanı hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiştir" ifadelerini kullanan Yıldırım, şöyle devam etti:

"Sağlık bakanlığı bünyesinde 4/A'lı 4/B'li, 4/C'li, 4924'lü, aile hekimliği sözleşmesi, Kamu Hastane Birliklerinde sözleşmeli, taşeron personeli gibi farklı mali ve sosyal haklara sahip istihdam modelleri uygulanmaktadır. Bu farklı istihdam modelleri nedeniyle çalışanlar arasında idari, mali ve sosyal haklar yönünden birçoksorun yaşanmaktadır.Sağlıkta, temizlikle başlayan taşeronlaşma süreci sağlığın her alanına sirayet etmiştir. Taşeronlaşmanın en fazla olduğu bakanlık Sağlık Bakanlığı olmuştur. Ataması yapılmamış yüzlerce sağlık yüksekokulu mezunu atama beklerken aynı işi daha ucuza yaptırmak adına ehil olmayan kişiler ameliyathanede bile çalıştırılmaya başlanmıştır. Taşeron alımı çok fazla, bakanlığın yaptığı atama sayısı az ve bunun üzerine binlerce sağlık çalışanı ihraç edildiği için çalışan sağlıkçıların iş yükü büyük bir oranda artmıştır. Sosyal devlet olmanın gereği olarak, sağlık hizmetleri başta olmak üzere tüm kamusal hizmetlerin ülkede yaşayan her bir yurttaşa eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve anadilinde sunulması gerekmektedir. Anti demokratik bir uygulama olan anadili üzerindeki yasaklar ve engellemeler, başta Kürt yurttaşlarımız olmak üzere, anadili Türkçe olmayan milyonlarca yurttaşın anadilinde sağlık hizmeti alması engellenmiş, etkin ve nitelikli kamu hizmetlerinden mahrum bırakılarak, sağlık hakkı gaspına maruz bırakılmıştır. Bunun yanında tek dil politikası, anadilinden kopuk yaşamak zorunda kalan milyonlarca insanı, yabancı ve ötekileştirilmiş ruh haline iterek ayrı bir hastalık kaynağı olmuştur. Bu nedenlerle Sağlık Bakanlığı bünyesinde yaşanan tüm hukuksuzluk ve hak kayıplarının tüm boyutları ile araştırılması ve hukuksuzlukların önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması amacı ile bir meclis komisyonun kurulması elzem hale gelmiştir"

Önergenin gerekçesine de değinen Yıldırım, "Sağlık hakkı, ülke sınırları içerisinde yaşayan bütün yurttaşların hiçbir ayırıma tabi tutulmaksızın beden ve ruh sağlığı yerinde bir şekilde hayat sürebilmeleri hakkıdır. Yani tüm vatandaşların, sağlık hizmetlerinden eşit ve parasız olarak yararlanması; fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan sağlıklı bir hayat sürme hakkıdır sağlık hakkı. Bu haklar insanın doğası gereği en doğal ve temel haklarıdır. Sağlık hakkı; uluslararası hukuk belgelerince ve birçok devletin anayasasınca güvence altındadır. TC Anayasa’sının 56. maddesinde bu hak  “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” diye tanımlanmıştır. Sağlık Bakanlığı, 1 Haziran 2012 – 7 Ağustos 2015 tarihleri arasında Beyaz Kod birimine gelen şiddet başvurularının 38 bin 253 olduğunu açıklamıştı. Bu başvuruların 12.594’ü fiziksel, 25.659’u ise sözel başvurulardır.  2012 yılında 5079 olan şiddet başvurusu 2015 yılında 11285 başvuruya kadar çıkmıştır.Yani sağlıkta şiddet büyük bir oranda artmıştır. Sağlık hizmetinin metalaştırılması, bir hekimi zorla ortalama üç dakikada bir hasta muayene ettirmeye çalışmak, asistanların 36 saat uykusuz çalıştırılması, eğitici kadrolara rutin poliklinik hizmeti verdirilmesi, esnek çalışmanın sağlık emekçilerine dayatılması da bir şiddet biçimidir. Bulaşıcı hastalıklar ( Kırım Kongo kanamalı ateş, hepatit B, kızamık, sıtma, brusella, ishal vb) varlığını sürdürmektedir.On çocuktan biri beslenme bozukluğu yaşamakta, kanser hastaları, kalp-damar hastalıkları hipertansiyon, şeker, ülser gibi kronik hastalıklar ve ruhsal bozukluk hastalarının sayısı her geçen gün artmaktadır. Sağlık çalışanları onurlu bir yaşam sürebilecekleri emekli maaşı alamamaktadır. Atamalar, görevlendirmelerliyakat’a göre değil, siyasi görüşe göre yapılmaktadır. Hastaneler özellikle de acil servisler başbakanın söylediği gibi şirin, kız bakma yerleri değil, ölümlerin yaşandığı, hasta ve hasta yakınlarının acil durumlarda bile sıra beklemek zorunda kaldığı, sağlık emekçilerinin fazlasıyla yıprandığı ve sağlıkta şiddetin en yoğun yaşandığı yerlerdir. Sağlık bakanlığı ağır hasta tutsaklar ve açlık grevindeki Nuriye Gülmen, Semih Özakça, Kemal Gün’e dair hiçbir çalışma yapmayıp, onları görmezden gelerek hem onların, hem ailelerinin, hem de onların haklı mücadelesini destekleyen milyonların sağlığını bozmaktadır. Açlık grevlerinde geçirdikleri her geçen gün sağlık durumlarındaki kötüleşme daha da belirginleşirken, yaşamsal risklerinin de giderek arttığı bu günlerde mineral ve vitaminlerin alınmaması nedeniyle açlığa bağlı olarak bağışıklık sistemindeki bozulma, vücut savunma hücrelerinin üretilmemesi, duyu organlarının etkilenmesi nedeniyle, kokuya, ışığa, sese duyarlılığın artması gibi durumlar hayati tehlike riskini arttırmaktadır. Söz konusu eylemcilere gözaltında veya daha sonraki süreçlerde açlık grevini bitirmeye iradeleri dışında yapılacak her müdahale cinayetle eşdeğer olacaktır. “Açlık grevlerinde hekimin etik açıdan sorumluluklarını belirlerken, temel tıbbi etik ilkelerden "özerklik", "tedaviyi reddetme" hakkı ön plana çıkmaktadır. Özerklik, kişinin kendi sağlığına ilişkin tüm kararlara katılması biçiminde yorumlanabilir. Her türlü tıbbi uygulamadan önce kişiyi bilgilendirmek ve girişimi onaylama ya da reddetme hakkını kullanmasını sağlamak hekimin etik ve yasal açıdan temel sorumluluklarındandır.”  Ve bu sorumluluğun menfi kullanımından da sadece müdahale eden hekim değil aynı zamanda sağlık bakanlığı da sorumlu olacaktır." şeklinde konuştu.

 

 

.

Kaynak : PHA
Kaynak: pha