Bir ayağımız gökte, bir ayağımız bataklıkta gibi…

Tırmanmaya çabalıyoruz, ama battıkça batıyoruz bataklığın dibine,

Bozulan toplumsal mekanizmalar, dizayn edilen uzun vadeli planlı ve programlı oyunlar…

İnançsız, imansız yetişen, abdest, namaz bilmeyen, haşa Allah’ı sorgulama cüreti gösteren maneviyatsız yetişen bir nesil.

Galiba genlerimizle oynamaya başlıyorlar.

Biz, uyumaya devam edelim!

***

“Zaman geçer mi?” geçer.

“Eşya, eskir mi?” eskir.

Peki, yenilenir mi?”

Evet, yenilenir, hem de sessizce değişime uğrayarak, yeni yüzünü göstererek.

Bizler de yaşananları zamana mal ederek, terk ederiz bu dünyayı, istesek de istemesek de…

Biz gideriz, yine yenilenir bu dünya, yenilenir şu âlem, değişerek ve gelişerek.

Bilenler ve okuyanlar için, verilen mesajlar vardır.

Anlayanlar için!..

***

Bir an için, özeleştiri yapmaya ne dersiniz!

Düşünün, denizin ortasındasınız, aileniz ve sevdiklerinizle berabersiniz, ancak bindiğiniz deniz aracı, çok dandik ve sıradan bir şey. An geliyor bindiğiniz her ne ise, delinerek, su almaya başlar. Yine bir süre sonra, insanlar yavaş yavaş soğuk suyun derinliklerinde kaybolup gidiyorlar. Derken, eşiniz, kızınız, oğlunuz, en yakın akrabanız, arkadaşınız, dostunuz, komşunuz, tanıdığınız… Kollarınızdan, ellerinizin arasından kayıp giriyor, gözlerinizin önünde, kayboluyor, gidiyor deryanın derinliklerine…Düşünün, düşünün, evet düşünün o an ki ruhiyat-ı halinizi, ahvalinizi…Çaresizsiniz, çırpınır, çabalar, ah –vah eder durusunuz, o kadar!!

Siz olsanız, ne yaparsınız, ne düşünürsünüz o an da..?

Kader der geçer misiniz, yoksa çaresizliğin, ihmalin, adaletsizliğin kurbanıyız mı dersiniz?

Sanırım, hiç kimse öyle bir duruma düşsün istemez, hiç kimse öyle bir felaketle karşılaşsın istemez, hiç kimse öyle bir olayı düşünmek, hayal etmek, tahayyül etmek bile istemez!

Sebep ve sonuç hiç önemli değil, önemi olan böyle bir olayın tezahür ediyor olması.

Gerisi fasa fiso!

***

Bir iş ya da alışveriş (ev, araba...) yapıyoruz.

Haliyle soruyoruz; “Nasıl iyi midir, var mı bir sıkıntısı, arızası var mıdır?..”

“Yok abi, bana güven sen!” diyor.

Güveniyoruz, ya sonra!

Sonrası malum!!

***

Çoğu zaman geçmişi hep sorgular olduk. Hem de acımasızca… Belki haklıydık, belki haksızdık, belki son zamanlarda ki dillerde pelesenk olmuş bir tabirle konjonktür onu gerektiriyor muydu bilinmez. Yapılanların yanlış olduğu, uygulanan metotların doğru olmadığı hakkındaki söylemler, hep kabul görürdü. Biraz ortalık durulur gibi oldu. Hatta her şey güllük gülistanlık gibi algılandı. Sular duruldu sanıldı. Ne olduysa bir an da kara bulutlar dolanmaya başladı başımızın üzerinde. Yine karabasanlara gark olduk. Şimdi yine olanları, nefesimizi tutarak seyrediyoruz. Boğulacak gibi oluyoruz. Artık geçmişteki birçok çözümün çare olmadığı anlayışına doğru gidiyoruz. Yeni arayışlar içerisine girmek gerekiyor gibi, farklı tercihlerle ve çözüm önerilerine bakıyoruz, arıyoruz. Tabiri caizse, "hadi yeni baştan" diyoruz ve görüyoruz ki şartlar bizleri doğru ve olumlu çözümlere doğru götürüyor. Top yekûn bir fikirler temennisiyle, sonuç almak üzere, bir yola girilmiş gibi görünüyor.

***

İnsanlar, çok hayaller kuruyor, çok şeyler düşünüyor, çok şeyler yapmayı istiyor ve bunun üzerine çok çok kariyer yapıyor.

Sadece uygulayamıyor, pratiğe dökemiyor.

Bütün sorun burada…

***

İnsanların dünyasında, derinden, sessiz ve hüzünlü akmakta zaman!.. İnsanın göremediği, duyamadığı, anlatamadığı, anlamakta zorlandığı, sır olan bağrında; tarifi imkânsız olan, sizinle, sevinçle coşmayan, karabulutlarla sarmaş dolaş olan acılarımız var. Kalbimiz sızlamasın, içimiz incinmesin, yüreğimiz parçalanmasın istiyoruz. Yanan, yıkılan, yok olan, kaybolan biz miyiz, vicdanımız mı, çaresizliğimiz mi, yoksa insanlığımız mı? Hangisi?..

Kerim BAYDAK

[email protected]