1999 depreminde kurtarma ekiplerinin yukarıdan  “sesimi duyan var mı” diye haykırdığı günlerden; enkaz altından çaresiz insanların “Ne olur kurtarın bizi”,  “Neden gelmiyorsunuz” ,  “ Üşüyoruz, donuyoruz” diye ciğerini patlattığı zamana düştük! Gözleri kan çanağına dönen genç annelerin feryadı yürekleri burkarken, yaşlı, şaşkın gözlerle, titreyen elleriyle enkazı kaldırmaya çalışan ihtiyarların çaresizliğini, yutkunarak izledik! Küçücük çocukların masum gözlerle enkazdan çıkarılış öykülerini yazabilecek, tarif edecek bir yürek var mı bilmiyorum! “Ama kardeşim daha çok küçük ölebilir”  diyen zübeyde’nin yüreğini hangi mısralar tarif edebilir! Tozun, dumanın, haykırışların, ambulans seslerinin birbirine karıştığı, insanların kıyamet koparcasına kaçıştığı karlı geceyi, acı çığlıkları anlatabilmek mümkün mü? 

Herkesten bir şeylerin kopup gittiği soğuk acı gecede, beton yığınları arasından ağacın damarlarının söküldüğü gibi, ruhların cehalete kurban edildiği gecede, insanların yardım bekleyişi, kısılan seslerle haykırışları insafsızca kaderine terkedildi! Annelerinin kucağında emziğiyle ölüme giden masum bebeklerin  yarı kapanmış gözleri, minnacık elleriyle annesine tutunan masum yürekleri, gözyaşlarının hangi tonu tarif edebilir! Yaşlı insanların titreyen elleriyle, enkazdan umut arayışı, hiç kimsesi kalmayan çaresiz babanın, her yerine kül bulaması-kül yemesi hangi yürekle anlatılabilir? Her şeyini kaybeden babanın elindeki bavula sığdırdığı hatıralarıyla evladının resmine  sarılmasını, “gelinim çift canlıydı” diyen ihtiyarın yüreğinden kan dökmesine sebep olan coğrafyayı kim nasıl anlatabilir ? Kırık camların, dökülmüş hatıraların, devrilmiş vazoların beton yığınlarının arasından anlattığı hikayeyi hangi yürek dinleyebilir! Toza bulanan bebek fotoğraflarının, etrafa saçılan oyuncakların  sessizliğini hangi yürek dillendirebilir! Ağıtların öksüz kaldığı gecede, avazı çıktığı kadar bağıran annenin, saçlarını yolması, yüzünü tırmalamasını hangi teselli sözcüğü durdurabilir! 

Cehaletin, istismarın nice hayatları söndürdüğü gecede, acının en katmerli halini yaşayan babanın “keşke ben ölseydim gelinim torunum” diye ağız üstü toprağa kapandığı sağa sola kaçışıp,  yardım dileyişini hangi helallik temizler! Her şeyini kaybedenlerin kül yemesi acının hangi tonu düşünebiliyor muyuz? Kızının elinden tutup enkaz başından ayrılmayan babanın donmuş halini, kim nasıl çözebilir! Ağıtların, feryatların figan olduğu, genç annelerin evladının bedeninde ölüşünü, ailesini kurtarmak isteyen babanın sırtını siber ettiği şu hazin gecede,  kül yemenin ne demek olduğunu biliyor muyuz? “Bizden kimse kalmadı”  diyen gözleri kan çanağına dönen  annenin  yüreğini  hangi umut ferahlatabilir? 

Yitip giden canların diyeti helallik midir? Beton yığınlarının yürekleri ezdiği şu kara gecede halkına yetişemeyen devlet var mıdır? Ölüm faturasını hazırlayanlar bedel ödemeyecek mi ? Yanlış yerleşim yeri, planlama hataları, inşaat kalitesi denkleminde kimsenin suçu yok mu ? Ölenler mi suçlu ? Sabırların zorlandığı, cehaletin kutsal etiketlerle boyunlara aşıldığı şu iğrenilesi dönemde, sorumluların  yakasından tutup, adalete hesap verdirmeyen devlete kim nasıl güvenecek! Devlet güvendir sürekli yardım dileyen, ölenlerden helallik dileyen değildir! Demokrasilerde helallik diye bir şey yoktur! Yanıldık, bilmedik yoktur! Suç vardır, ihmal vardır! Karşılığında ceza veya müeyyide vardır! Kurallar anayasa gelişmiş ülkelerin ana kolonudur. Kimse bu kuralları çiğneme hakkına sahip değildir! Çöküş döneminin muktedirleri, şubat faciasının asıl sebebi değilse bile, sonuçlarının ana sebebidir!

Ülkeyi kan gölüne çeviren, ruhlarda derin iz bırakan yüzyılın faciası Türkiye’ye ağır bir bedel ödetmiştir! Cehaletin hayatlara dokunan tarafı, bertaraf edilmediği sürece, insan hayatını basite alan yaklaşımlardan kaçınılmadığı sürece, hep aynı acıları yaşayacağımız ihtimal değil şüphe götürmez bir kesinliktir.  Liyakat unsurlarının ülke kalitesine katacağı kazanımların devreye sokulması,  gücün bozup, çürüttüğü yerleşik düzen savunucularının çıkarlarını zedeleyeceği aşikardır. Beton yığınlarının arasında bebek feryadlarını duyamayacak kadar alçalan zavallı atanmış oligarkların, düğümlenmiş yeteneksiz hallerinden Türkiye’nin kurtarılması, tarihi bir sorumluluktur. 

Acının en zor tarifi  kül yiyen baba figürüdür! Yaşanılacak en kötü durumların izahını yapmak için  yenirmiş! Çaresizliğin, bitip tükenmişliğin, hiç kimsesi kalmayanın, teselli olsun diye kül yemesi! Kaderci yaklaşımlar, alışılmış yanlışlar silsilesi, cehalet ve ümitsiz insanların beklentisiz halleri, dünyaya sürekli ibret olan bir devlet nedeniyle sessizce dünyadan kopup gitmeye hazırladı insanların! Enkazdan ceset alabilmeyi şans haline getirenlerin bu ülkeye vereceği hiç bir umut yoktur!  Hepimiz kül yiyelim bu acının tarifi yoktur sınırı yoktur!  Babam öldü öldü diye haykıran çocuğa, bu memleket çok şey borçlu!