Hani Bazen İnsan Yüksek sesle Düşünüp

Kendi Kendine Konuşur ya İşte Öyle Bir Şey

Ben Bana Yazdım.

İÇİMDEKİ BEN

Sordum kendi kendime,

Sen hiç çocuk oldun mu?

"Evet" dedi, içimdeki "Ben".

Ben de güldüm, Ben de ağladım…

Ben de Okula gittim ben de oynadım...

Unutup merak ettiysen

Bak sana anlatayım çocukluğumu

Hani tek odalı bir evde yaşardık ya

Duvarları çerpekle badana edilmiş,

Kerpiçle örülmüş, üstü toprak;

Toprağın altında kevşe,

Kevşenin altında ağaçlar vardı...

Eskiden sap döven olarak kullanılmış

Bir kapısı bir de takası vardı.

Kevşe ile toprağın arasında

Bir sürü haşere cirit atardı,

Gece uyurken haşır huşur sesler gelirdi,

Üstümüze toprak dökülürdü.

Daha önce ahır olarak kullanıldığından

Sürekli tezek kokardı…

Evimizin bir de tenduru vardı;

Hani zenginlerin “şömine” dediği türden

Asıl amacı sacı kurup,

Yufka ekmek pişirmekti;

Ama kışın soğuk gün ve gecelerinde,

Tendurun içinde ateş yakardık

Isınmak için.

Ellerimiz ayaklarımız pişerdi;

Ama sırtımız hep üşürdü…

Ateşin altına pelit atardık...

Pişen pelitler,

Bir bir patlayıp dışarı fırlardı.

Bazen yüzümüze çarpardı

Ama aldırmazdık.

Kestane niyetine alıp alıp yerdik…

Yine de mutluyduk, yine de sağlıklıydık.

Çünkü biz bir aileydik ve

Birbirimize sımsıkı bağlıydık

 

Altı kardeş;

İki döşek, iki de yorganda,

Yanlamasına yatardık.

Yorgan, döşek dediysem,

Yünden-pamuktan değil haa!

Eski çaputlar şiltelere

Doldurulmuş Öylesine…

Köyde oturuyorduk;

Ama hiç ineğimiz, koyunumuz

Ya da keçimiz, olmadı.

Sadece evimizin önündeki kümeste

Bir sürü tavuğumuz vardı.

Yumurta desen, boldu;

Ama hiç katığımız olmadı.

Sağ olsunlar komşularımız!

Yemedikleri ekşimiş ayran ve yoğurtlarını,

Sadaka niyetine bize getirirlerdi…

Anam, sabahları hılt Un’undan

Sıcak taplama yapardı bize.

Hılt taplamasını yiyip,

Ekşimiş ayranı içerdik üstüne.

Öğle öğünlerinde ise;

Kim nerede ne bulduysa…

Bazen ekmeğe salça sürerdik;

Üstüne de dizerdik soğanı.

Hele bide pıncar bulunca arasına katmaya,

Ooh be, gel keyfim gel!

Bazen de ekmeği kucağımıza alır;

Yavan yavan yerdik öylesine.

Akşam yemek çeşitlerimiz ise;

Mercimek çorbası, telvıhef, melhude,

Dövmeli ayran çorbası, bulgur pilavı,

Şillik, kılotik, penki, pelog, elce ve…

Tabii ki anamın meşhur yemeği “avsot”…

Biz genellikle avsot yerdik.

“Avsot” nedir diye unutup merak ettiysen,

Söyleyeyim Dedi içimdeki “ben”…

Bir tane doğranmış soğan,

Biraz tuz, biraz salça,

Biraz toz biber, varsa biraz da yağ.

Tencerede kavurup,

Üstüne iki tas su boşaltınca,

Al sana “avsot”! ..

Doymak için, kucağına bolca ekmek alacaksın.

Tabi ki bulabilirsen! ..

Birbirimizin elinden hılt ekmeğini

Çekiştirip dururduk.

Tahta kaşıklarla birbirimizin

Kafasına vururduk.

Yine de mutluyduk yine de sağlıklıydık,

Çünkü biz bir aileydik ve

Birbirimize sımsıkı bağlıydık…

 

Haa! Unutmadan söyleyeyim.

Tabi ki hep aç değildik;

Bazı günlerde biz de doyardık.

Ne zaman diye sorarsan,

Memleketimin özel günlerde…

Dini Bayramlarda ve Düğünlerde

Ya da köy halkı tarafından

Sahabe Safvan Bin Muattal Hazretlerine,

Abuzer el Gıffari’ye,

Mahmut el Ensari’ye,

Gazihan Dede’ye,

Şeyh Apturrahmani Erzincani,

Veya Çıplak Baba’ya

Ve ismini sayamadığım Erenlerin,

Türbelerine Adaklar adanıp

Topluca gidildiği günlerde…

Hele hele “Şevnıme” geceleri…

Türkçesi “Namaz Geceleri”.

Büyüyünce anladım ki

Kandil gecelerine “Şevnıme”,

Yani namaz geceleri diyorlarmış.

İşte o kadir geceleri var ya

Hatırlar mısın; ?

Zengin/fakir köyümün bütün evleri

Ya üstü kavurmalı bulgur pilavı,

Ya da; üstü tavuklu, sarımsaklı,

Bulgur pilavı yaparlardı,

O mübarek kandil gecelerinde.

Birer büyük tabak doldurup,

Gün batımına doğru

Köyün meydanına bırakırlardı;

Çocuklar yesinler diye.

Ekmek yok, kaşık yok;

O kirli küçücük ellerimizle

Avuçlar avuçlar yerdik.

Karnımız doyardı;

Ama gözlerimiz o hep aç olan gözlerimiz

Asla ama asla doymazdı.

Yine de mutluyduk yine de sağlıklıydık,

Çünkü biz bir aileydik ve

Birbirimize sımsıkı bağlıydık.

 

Anam, bizi yıkamak için

Evin ortasına bakır teşti kurardı,

Sırayla içinde yıkanırdık.

Yazın haftada bir, kışın ayda bir…

Bazen de yaz günlerinde çem’e iner,

Çemin çayında göle girerdik.

Beş yıldızlı otelin plajında,

Yüzmüş kadar sevinirdik…

Hele o unutulmaz bahar aylarında var ya;

Arkadaşlarla toplanır kırlara giderdik.

Kırlarda pivok, gızerok, nergiz,

Bızalek Költik, kereng, sivnok gibi

Yabani otlardan ne bulursak onu yerdik,

Haa hiç unutmam! Benim;

Kayseri basmasından çizgili bir fistanım,

Amerikan bezinden kırmalı bir donum vardı.

Giyinince sanki Bahariye kumaşından,

Takım elbise giymiş kadar sevinçliydim…

Yazın naylon tıkır;

Kışın lastik ayakkabı giyerdim.

Kenarları âşıklarıma vurur, yara ederdi.

Naylon ayakkabımın bir kenarı yırtılınca,

Gaz ocağını yakar, üstünde şişi ısıtır,

Başka bir naylon parçasıyla

Kaynak ederdim.

Gerçi çoğu zaman yalın ayak gezerdik ya...

Yine de mutluyduk yine de sağlıklıydık;

Çünkü biz bir aileydik ve

Birbirimize sımsıkı bağlıydık…

 

İlkokulu beş yılda, beş ayrı okulda,

Altı öğretmen eşliğinde,

Birleştirilmiş sınıflarda okudum.

Kitap, önlük desen hiç olmadı

Anamın yumurta takasıyla çerçiden aldığı,

Bir defterim birde kalemim vardı.

Kalemimin ucu kırılınca,

Çakı bıçağımla açardım.

Yanlış bir kelime yazınca da

Üstüne çızığ atar geçerdim

Son öğretmenim Samsunlu Yeter ARAS

Hatırlasana her ay şehre gidişini

Dört gözle beklerdik gelişini

Hepimize dağıtırdı Mevlana şekerini

Ama bir gün çuvallar dolusu,

Giysi getirmişti Kızılay’dan

Yaşıtlarıma göre biraz irice,

Birazda muhtaç olduğumdan,

Öğretmenim öncelikle,

Üstüme bir şeyler giydirmeye çalıştı

Sonuçta bana uyacak,

Bir yaka birde önlük bulmuştu,

Büyük bir sevinçle siyah önlüğümü giyindim,

Sut beyaz yakamı takındım,

Sevinçten gönlüm kabarmış,

Kalbim yerinden fırlamış pır pır uçuyordu.

Zilin çalmasını iple çekiyordum,

Önlüklü ve dahi yakalı halimi,

Anneme göstermek için

Nihayet zil çaldı beklediğim an gelmişti,

Koşar adım dışarı fırladım,

Ama arkamdan alaycı sesler geliyordu,

Arkadaşlarım giydiğim önlüğün,

Kız önlüğü olduğunu söylüyorlardı.

Olmasa olmuyor işte yine olmamıştı,

Sevincim kursağımda kalmıştı.

İşte o an var ya o an utançtan,

Çılgına dönmüştüm,

Gururum incinmiş çok kırılmıştım

Üstümdeki önlüğü parça pincik edip

Öğretmenimin üstüne fırlatmıştım

Ve o iyi niyetli güzel insana,

İstemeden bağırmıştım.

Bana “aç elini” dediğinde inanamamıştım.

Durmadan avuçlarıma vuruyordu,

Hem de bizim götürdüğümüz nar çubuğuyla.

“Yeter, Samsunlu Yeter” diye bağırıyordum,

Yetmeyince sopayı kaptığım gibi kırmıştım

Yetmedi kafamı kara tahtaya vurmaya başladım

Hem bağırıyor hem de çaresizce ağlıyordum.

Dönüp baktığımda öğretmenimde ağlıyordu.

Tüm çocuklar ağlıyordu, sınıf ağlıyordu,

Duvarlar ağlıyordu ve dahi sıralar ağlıyordu.

Daha fazla dayanamayıp pencereden atladım gittim…

O günden sonra hiç öğretmenim olmadı,

Hiç okula gidemedim.

Yaş otuz beş açık öğretime başladım

Orta, Lise, Üniversite derken

Peş peşe diplomaları almaya başladım

Anladım ki azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz

Her zaman ki gibi mutluyum ve de sevinçliyim…

Çünkü ufkum genişledi ve ben beni buldum…

 

Köyümüzde bir, bilemedin iki ceket vardı.           

Özel bir günü olan büyüklerimiz,

Sırayla giyerlerdi.

Koca koca adamlar

Dirsekleri ve dizleri yamalıklı elbiseyle gezerlerdi.

Hayvan ahırları ile İnsanların yaşadığı odalar

Birbirine bitişik bazen ardışık

Bazen de iç içe olurdu.

İnsanlar ve hayvanlar iç içe yaşadığından,

Her evde bitler pireler uçuşurdu.

Sap, saman, kara saban;

Patoz, selektör, sapdöven;

Koyun, keçi, inek, öküz;

Ekim, biçim derken,

İnsanların başını kaşıyacak zamanı olmazdı.

Yine de mutluydular yine de sağlıklıydılar.

Çünkü onlar gerçek dostluk bağı ile

Birbirlerine sımsıkı bağlıydılar.

 

Televizyon, bilgisayar, cep telefonu yoktu;

Internet, msn, facebook da yoktu;

Kafeler, diskolar, barlar da yoktu.

Maşallah! Şimdiki çocuklarda “yok” yok;

Her şey var ama kendileri yok;

Yok olmuşlar.

Mutlu değiller, sağlıklı değiller;

Canları sıkılıyor, boşlukta gibiler…

Acaba nerede hata yaptık diye

Hep beraber düşünmek gerek;

Çaresini ilacını bulmak gerek;

Yapılan bu hatadan dönmek gerek;

Eski mutluluğu, sağlığı bulmak gerek;

Gençleri çağın hastalığından kurtarmak gerek;

Onları İslami bir ahlak ile yoğurmak gerek…

Geçmişini bilmeyenin geleceği olamaz;

Rabbine sığınmayan huzur bulamaz;

Kimi çok çalışır emekler gider boşa;

Kimi hiç yorulmaz sahip olur toprağa taşa.

Ömrümce ağladım unuttum gülmeyi,

Allahtan dilerim bir kez ölmeyi.

“Kıssadan Hisse”

“Anlayana Sivrisinek saz Anlamayana davul zurna az”

Sevgiler, Saygılar…

Gününüz mutlu mutluluğunuz daim olsun…

FADLI DOĞAN