Behlül Dânâ Hazretleri, çarşıda, pazarda halk içinde dolaşırken insanlara nasihat eder, yanlış hareketlerden sakındırmak için onları ikaz ederdi. İkazları bazı insanların damarlarına dokunuyor, gururları inciniyordu. Bir gün, halka, doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd’e gidip Behlül Dânâ Hazretlerini şikâyet ettiler:

“Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Bizi ikaz edip durmasın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır.”
Bu şikâyetler üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ’yı çağırtıp halkın istediğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı.
Câhil insanlar, hikmetini anlayamadıkları, sırrını çözemedikleri söz ve hareketleri gördüğü birine hemen “deli” damgası vururlar. Behlül Dânâ’nın bu hareketini de anlayamayan halk gülerek şöyle dedi:
“Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zaten!”
Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan ise bütün mahalle zarar görüyordu. Bozulan etlerin kokusundan durulmaz hâle gelince, aynı şahıslar, Hârûn Reşîd’e gidip durumu anlattılar:
“Yâ Emîrü’l Mü’minîn! Behlül’ün astığı koyunların kokusundan duramıyoruz. Bizi çok rahatsız ediyor. Şuna söyleyin de, onları astığı yerden kaldırsın!”
Hârûn Reşîd, Behlül’ün böyle bir hareketi neden yaptığını merak ediyordu. Hem halkın şikâyetini bildirmek, hem de böyle yapmasının sebebini öğrenmek için Behlül Dânâ’yı saraya çağırttı. Behlül gelince, Hârûn Reşîd sordu:
“Yâ Behlül! Mahalleye astığın koyunların kokusundan halk çok rahatsız oluyor. Böyle bir şeyi neden yaptın?”
Behlül Dânâ Hazretleri şu cevabı verdi:
“Ey mü’minlerin emîri! Ben bir şey yapmadım! Sadece her koyunu kendi bacağından astım. Fakat görülüyor ki, her koyun kendi bacağından asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor, herkese zarar veriyor. Bir kötünün zararı sadece kendine olmuyor, herkese zarar veriyor. İnsanların bunu anlaması için böyle yaptım. Herhalde anlamışlardır!”
Şikâyete gelenler hatâlarını anladılar. Bir daha Behlül’ün nasihat ve ikazlarına itiraz etmediler.
***
Bireylerin özgürlüğünden bahsedenlerin çoğu, bunu mutlak özgürlük olarak görür ve toplumun, toplumdaki diğer insanların kendilerine müdahelesini özgürlüklerine müdahele olarak görür, yaygarayı basarlar.
Birarada, birlikte yaşayan insanların birbirlerinden etkilenmemeleri mümkün değildir. Olumlu veya olumsuz bütün hal ve hareketler mutlaka bir karşılık bulur toplumsal hayatta. Bu yüzden kimsenin “bana karışamazsınız” deme hakkı yoktur. Zira başkasının özgürlüğünün başladığı yer seninkinin bittiği yerdir. O kimsenin başkasını rahatsız etme, başkasına zarar verme hakkı yoktur.
“Söylediklerimden, yazdıklarımdan ve yaptıklarımdan ben sorumluyum, kime ne?” itirazı bu yüzden geçersizdir.
Bir başkasının zararı ve rahatsızlığı, bir başkasının olumsuz etkilenmesi söz konusu olduğu için, hiç kimse, özellikle de topluma açık yerlerde veya toplumda ayan beyan davranış sergileme hakkına sahip değildir.
Sergilediği taktirde alacağı karşılık veya göreceği tepki normal olacağı gibi şikayet etmeye de hakkı olmayacaktır.
Bu durum tek tek her fert için geçerli bir kaidedir.
Bu konuda “takip edilen, toplumu veya bir kesimi etkileyebilen, söz sahibi, otorite, kanaat önderi, aydın...” kimselerin sorumluluğu ise kat be kattır. Çünkü onlar referans kişilerdir, daha hassas olmak durumundadırlar.
Aslında fazla söze hacet yok gibi.
Çünkü hemen hemen herkes bu konuda neyin ne olduğunu çok iyi biliyor.
Sadece ilkeli ve dürüst davranmada sorun var.
Mesela, düğün konvoylarındaki kornalardan rahatsız olup şikayet eden bir kimsenin, bir düğün konvoyunda sürekli korna çalması gibi.
Fazla değil, biraz saygı ve biraz empati yetiyor aslında.
Yine de kendi bacağından asılan koyunları unutmamakta fayda var.