Az kaldı! Evet bunu çok sık duyduğunuzdan eminim, belki biraz hatta baya sıkılmışsınızdır. Ağzını açan herkes size akıl veriyor gibi görünebilir. Neyden mi bahsediyorum? Tabi ki çocuklarımızın hayatlarının merkezine koymak zorunda oldukları üniversite sınavından bahsediyorum. Sayılı gün çabuk geçer  derler. Bence de bu doğru. Bu durumda kalan günleri saymak ve buna göre zamanını planlamak mı gerekir; yoksa kalan az zamanı heyecanlanmamak ve çalışmaktan verim almak için aklına dahi getirmemek mi gerekir bilemiyorum. Her adayın kullandığı ve kendine daha iyi gelen bir tekniği vardır elbet. Kendi öğrencilik dönemimi düşünerek söylüyorum; sınav tarihinin yaklaşması beni de çok heyecanlandırırdı. Keşke bu süre göz açıp kapayıncaya kadar geçse derdim. Çünkü o süreç benim için kaygılarımın hat seviyeye vardığı dönemlerdi. Neden mi? Misalen çocuklar doğduklarında insanlar, çocuk hayırlı, sağlıklı, mutlu… bir evlat olsun diye dualar ederdi. Anneler de aynı masum dileklerle ninniler söylerdi. Şimdilerde ise çocuklar henüz anne karnındayken onlar adına gelecekleri tayin ediliyor. Anneler klasik müzik, türkü, jaz müzik filan dinletiyor; ona henüz mercimek kadarken bol bol masallar okuyor. Hatta bazıları durumu abartıp hamileyken matematik, fizik, kimya,…vs bile çalışıyor olabilir. Peki niçin, çocuklar daha anne karnındayken gerekli hazırlıkları yapsın, gelecekleri için ilk adımları atsın diye. Gerçi bu durumda öğretmen çocuklarını düşünemiyorum. Hamile bir öğretmen sabah akşam ders anlatıyor, çocukların her şeyi doğduğunda çözmüş olarak dünyaya gelmesi gerekir. Diğerlerini bilmem ama özellikle klasik müziğin sayısal zekayı açtığı duyduğum bir araştırmaydı. Kimileri işi öyle ilerletiyor ki insanlar arasındaki muhabbet aynen şu şekilde ilerleyebiliyor;“Aaa bebek sizin mi,maşallah çok tatlı!”“Evet benim,çok sağolun.”“Cin gibi bakıyor,çok zeki bir çocuk,kesin sayısalcı olacak!”“Evet,çok teşekkür ederim.Gerçekten çocuğum diye söylemiyorum çok zekidir.Bu yaşında bile telefonu,tableti,bilgisayarı benden iyi kullanıyor.Bütün televizyon kanallarının kumandadaki yerini biliyor.” “Yaaa,öyle mi? Desenize geleceği çok parlak.” “İnşallah!Aslında ben doktor olmasını istiyorum;babası da mühendis olmasını istiyor.Bakalım henüz karar vermedik.” “Ay her ikisi de çok güzel meslekler,hangisi olursa olsun çok iyi.” “Bence de!” İşte bu şekilde çocuğun önünde başlayan ve devam eden bir muhabbet,henüz çocukluğunu bile yaşayamayan bir çocuğa travma etkisi yapıyor haberleri yok.Çocuk anneyi bundan bahsederken çok mutlu görüyor ve ondan sonra çocuğun epey bir zamanını alan meslek muhabbeti anne ve baba arasında büyük bir anlaşmazlık sebebi oluyor.Her ikisi de çocuğu iki ayrı futbol takımı gibi kendi tarafına çekme derdine düşüyor.Nedense birinin aklına bile ;acaba bu çocuk ne olmak ister gibi bir fikir gelmiyor.Çocuk anne ve babasının mutluluğuna veya mutsuzluğuna sebep olacak bu tercihin aslında kendi geleceğini belirleyeceği için asıl kendi mutluluğuna veya mutsuzluğuna sebep olabileceğini bile düşünecek halde değil tabi. Ne de olsa bu ailesinin hakkı.Her şeyin en doğrusunu onlar bildiği gibi,bu hak da onlara aittir.Zira kendisini doğurup büyüten,yemeyip yediren,giymeyip giydiren,uykusuz kalan,uğruna dünya kadar para harcayan ailesidir.Bu durumda meslek seçme işi de en çok onların hakkıdır.Çünkü evlat olarak bunları öyle çok duymuştur ki,kendisini olnlara ömür boyu borçlu hissetmelidir.Bu borç ödenmekle bitmez.Hatta meslek sahibi olunca da kendisi ailesinin maddi manevi her şeyinden sorumludur;dedim ya bu borç ödenmekle bitmez.Çünkü anne babalık karşılık beklenerek yapılan bir meslektir.Bu abartı gibi görünse de doğruluk payı yüksektir. Gençler de gecesini gündüzüne katıyor ailem mutlu olsun,hayalkırıklığı yaşamasın,borcumu ödeyeyim diye…Eğer şanslıysa ailesinin istediği mesleğe ilk seferde veya sonraki yıllarda yerleşebiliyor.Tabi kendisinin istediği değil,kendisinden istenen bölüme.Bu durumda da kazandığı bölüme ilgisi ve yeteneği yoksa okumaktan vazgeçiyor.Kafasına bir yerden koca bir taş düşmüş gibi afallıyor ve ben ne yapıyorum böyle,diyor.Tabi bunu da sadece bazıları yapıyor.İşte o an yaşadığı travmanın farkına varıp,her şeyi olduğu yerde bırakıyor.Sonrasında da dönüp kalbine bakıyor ve şarkıcı,ressam,heykeltraş,fotoğraf sanatçısı,baterist,dansçı…vs olmak için en başından başlıyor. Tabi hem zaman kaybı,hem enerji kaybın oluyor,çoğu ailesini de karşısına alıyor.İşte o an anlaşılıyor ki annesinin ve sokaktaki teyzenin,babanın gördüğü ışıltı onların düşündüğü ışıltı değilmiş.Bu başka bir ışıltıymış,yanlış teşhis koymuşlar.Eğer şansları varsa aile durumu kabul edip evladına destek oluyor.Yok eğer değilse evladını karşısına alma pahasına karşı çıkıyorlar onun tercihine. Peki iyi mi oldu şimdi,tabi ki hayır.İşte bu ve bunun gibi birçok beklentimiz ve baskımız çocukların daha çocukken omuzlarına taşıyabileceğinden daha fazla yük yüklüyor.Kurtuluşumuzu çocuklarımızda arıyoruz.Onlara tüm hayatlarını etkileyecek “KAYGI” kavramını fazlasıyla yüklüyoruz.Çocuklarımız da sınava kaldırabileceğinden daha büyük bir stresle giriyor.Böylece heyecandan kalpleri duracakmış gibi oluyor,son günler gözlerine uyku girmiyor,bildikleri her şeyi unuttuklarını düşünüyorlar onların deyimiyle.Hiçbir sınav hiçbir çocuktan daha değerli değildir.Öncelik her zaman onların tercihi olmalıdır,bizler de dilimiz döndüğünce onları bilgilendirebiliriz.Şayet yapamayacaksak işin uzmanından destek alabiliriz. Neyse zararın neresinden dönersek kârdır.Çocuklarımızı böyle bir ağırlıkla,stresle sınavlara göndermeyelim.Sevgili gençler sizlere kolaylıklar dilerim,kalan zamanı kendiniz ve çalışmalarınız için verimli kullanın.Unutmayın az kaldı ve bu sizin tercih edeceğiniz hayatınız. Instagram:nazantstnypcofficial