(1157-1158) yılının Birinci Teşrin ayının ikinci gününde yağmurla karışık bir bora koptu. Yağmurun arkasından da şiddetli bir dolu yağışı oldu. Dolunun yağdığı bütün yerlerdeki bağlar harap oldu. Büyük bir kasaba ve çok metin bir kale olan Behesni’den biraz bahsedeceğim.

Stefane, kardeşinin arzusunun hilâfına olarak kötü huylu askerlerle beraber Keysun memleketine geldiği vakit kardeşi ona, Karmud[1] denilen bazı adamlar vermişti. Sebastos (Toros), bu kaleyi tamamıyla tahrip etmemesi için ona tavsiyede bulunmuştur. Bu, Allah tarafından verilmiş bir ilhamın mı yoksa onun, kendi kardeşini kıskanmasının bir neticesi mi olduğunu bilmek mümkün değildir.[2] Zira adını yazmaktan çekindiğim Behesni’nin zalim ve mağrur tiranı, kendi Sultanının, Hristiyanlara karşı merhametle hareket etmek hususunda vermiş olduğu emirleri tutmayıp muhterem ruhanilerle diyakosları, ileri gelen adamları ve umumiyetle diğer Hristiyanları çok tazyik etmiş ve meşhur Behesni şehri ahalisinin mükellef bulunduğu vergiyi çoğaltmıştı.

Onlar, bu zalim tiranı bir tuzağa düşürebilmek ümidiyle ölümü göze aldılar. Onlar Stefane’yi çağırdıkları için tekbih edilmemelidirler. Fakat onların bu iyi niyetleri muvaffakiyetsizliğe uğradı. Çünkü bu iş için birleşmiş olan Hristiyanlardan birisi, yapmış olduğu yeminini ayakaltına alarak zalim adamın yanına gidip onu, ölümden sakınmaya ve bu ölümün hazırlandığı hamama gitmemeye teşvik etti. Zalim adam da hayatının kurtulmasına sebep olan bu nasihati dinledi ve evinden dışarı çıkmadı.

O, etrafında bulunan masum adamların kanına susamış yırtıcı bir hayvan gibi gürledi ve onların, el ve ayakları bağlı olduğu halde yüksek bir kayadan aşağı atılması emrini verdi. Bunu gören Hristiyanlar, Urfa’nın maruz kaldığı felâketi hatırlayıp kendilerine yardıma gelenin yanına koştular. O, askerleriyle beraber kalenin karşısında bulunuyor ve mâni olamadığı bu cinayetleri görüyordu.

O, erkek, kadın, ihtiyar ve çocuklardan müteşekkil halkı beraberine aldı. Onlar, ev, bark ve bütün eşyalarını bırakıp kendilerine sevgili çocuklar gibi bakan dindar prenslerinin himayesi altında çok eski senelerden beri sakin ve tatlı bir hayat yaşamış oldukları baba yurtlarını terk edip onun (yani Stefane’nin) tarafından sevimsiz ve rahatsız bir memlekete götürüldüler.

Sultan, nihayet Allah tarafından muhafaza edilen Behesni kalesinin akıbetini ve Hristiyanların maruz kaldıktan felâketi hatırlayıp kendi zekâsına uygun olarak şehirde vukua gelen tahribatın ancak bir ihanet sebebiyle yapılmış olduğunu anladı. Halk, Sultanın tatlılığı sayesinde birbiri arkasına geri geldi ve boşalmış olan şehir tekrar kamilen doldu, canlandı.

“Güzel”[3] demek olan Gison (Keysun) şehri için de ne demelidir? Çünkü hükümdar tarafından bu şehre vali ve muhafız tayin edilmiş olan şef, üzerlerine gelmiş olan düşmanı geri püskürtmek için surlardan dışarı çıkmağa cesaret edemedi. O, kendi adamlarıyla beraber halka karşı ihanet edip aziz ruhanileri, ileri gelenlerini ve diğer bütün erkekleri tard etti ve yalnız kadınlarla çocukları şehirde bıraktı.

Bu şefin yalnız tek bir iyi tarafı şu idi ki o, şehirden gitmiş olanların ailelerini her türlü şüpheden uzak olarak muhafaza etmiştir. Şehirden dışarı çıkarılanlar ise kendi muhteşem konakları yerine, köy ve manastırlarda yerleştiler. Bunlardan, uzaklara gidemeyenler de duvar ve ağaç gölgeleri altında oturuyorlar ve oralarda işsiz ve sessizce dolaşıp ölümü veya esareti bekliyorlardı. Onlar, bu korku içinde gurbetlerini ve kaybetmiş oldukları rahat hayatlarını unutmuşlardı. Bu felâket günleri, Mareri ayından (Mayıs-Haziran) Temmuz ayına kadar sürdü.

Büyük Sultan, Berdus’a gelince memleket asayişe kavuştu ve insanlar kendi evlerine döndüler. Toros, Sultanın dostluğunu kazanmak için Berdus’u Sultana verdi. Bu, Stefane’nin isteği hilâfına oldu. Çünkü o bu şehri, zalim ve Hristiyanlardan nefret eden ve kendi tarafından öldürülen Türkün elinden cebren almış bulunuyordu.

(1157-1158) yılının Birinci Teşrin ayının ikinci gününde yağmurla karışık bir bora koptu. Yağmurun arkasından da şiddetli bir dolu yağışı oldu. Dolunun yağdığı bütün yerlerdeki bağlar harap oldu. Büyük bir kasaba ve çok metin bir kale olan Behesni’den biraz bahsedeceğim.

Stefane, kardeşinin arzusunun hilâfına olarak kötü huylu askerlerle beraber Keysun memleketine geldiği vakit kardeşi ona, Karmud[4] denilen bazı adamlar vermişti. Sebastos (Toros), bu kaleyi tamamıyla tahrip etmemesi için ona tavsiyede bulunmuştur. Bu, Allah tarafından verilmiş bir ilhamın mı yoksa onun, kendi kardeşini kıskanmasının bir neticesi mi olduğunu bilmek mümkün değildir.[5] Zira adını yazmaktan çekindiğim Behesni’nin zalim ve mağrur tiranı, kendi Sultanının, Hristiyanlara karşı merhametle hareket etmek hususunda vermiş olduğu emirleri tutmayıp muhterem ruhanilerle diyakosları, ileri gelen adamları ve umumiyetle diğer Hristiyanları çok tazyik etmiş ve meşhur Behesni şehri ahalisinin mükellef bulunduğu vergiyi çoğaltmıştı.

Onlar, bu zalim tiranı bir tuzağa düşürebilmek ümidiyle ölümü göze aldılar. Onlar Stefane’yi çağırdıkları için tekbih edilmemelidirler. Fakat onların bu iyi niyetleri muvaffakiyetsizliğe uğradı. Çünkü bu iş için birleşmiş olan Hristiyanlardan birisi, yapmış olduğu yeminini ayakaltına alarak zalim adamın yanına gidip onu, ölümden sakınmaya ve bu ölümün hazırlandığı hamama gitmemeye teşvik etti. Zalim adam da hayatının kurtulmasına sebep olan bu nasihati dinledi ve evinden dışarı çıkmadı.

O, etrafında bulunan masum adamların kanına susamış yırtıcı bir hayvan gibi gürledi ve onların, el ve ayakları bağlı olduğu halde yüksek bir kayadan aşağı atılması emrini verdi. Bunu gören Hristiyanlar, Urfa’nın maruz kaldığı felâketi hatırlayıp kendilerine yardıma gelenin yanına koştular. O, askerleriyle beraber kalenin karşısında bulunuyor ve mâni olamadığı bu cinayetleri görüyordu.

O, erkek, kadın, ihtiyar ve çocuklardan müteşekkil halkı beraberine aldı. Onlar, ev, bark ve bütün eşyalarını bırakıp kendilerine sevgili çocuklar gibi bakan dindar prenslerinin himayesi altında çok eski senelerden beri sakin ve tatlı bir hayat yaşamış oldukları baba yurtlarını terk edip onun (yani Stefane’nin) tarafından sevimsiz ve rahatsız bir memlekete götürüldüler.

Sultan, nihayet Allah tarafından muhafaza edilen Behesni kalesinin akıbetini ve Hristiyanların maruz kaldıktan felâketi hatırlayıp kendi zekâsına uygun olarak şehirde vukua gelen tahribatın ancak bir ihanet sebebiyle yapılmış olduğunu anladı. Halk, Sultanın tatlılığı sayesinde birbiri arkasına geri geldi ve boşalmış olan şehir tekrar kamilen doldu, canlandı.

“Güzel”[6] demek olan Gison (Keysun) şehri için de ne demelidir? Çünkü hükümdar tarafından bu şehre vali ve muhafız tayin edilmiş olan şef, üzerlerine gelmiş olan düşmanı geri püskürtmek için surlardan dışarı çıkmağa cesaret edemedi. O, kendi adamlarıyla beraber halka karşı ihanet edip aziz ruhanileri, ileri gelenlerini ve diğer bütün erkekleri tard etti ve yalnız kadınlarla çocukları şehirde bıraktı.

Bu şefin yalnız tek bir iyi tarafı şu idi ki o, şehirden gitmiş olanların ailelerini her türlü şüpheden uzak olarak muhafaza etmiştir. Şehirden dışarı çıkarılanlar ise kendi muhteşem konakları yerine, köy ve manastırlarda yerleştiler. Bunlardan, uzaklara gidemeyenler de duvar ve ağaç gölgeleri altında oturuyorlar ve oralarda işsiz ve sessizce dolaşıp ölümü veya esareti bekliyorlardı. Onlar, bu korku içinde gurbetlerini ve kaybetmiş oldukları rahat hayatlarını unutmuşlardı. Bu felâket günleri, Mareri ayından (Mayıs-Haziran) Temmuz ayına kadar sürdü.

Büyük Sultan, Berdus’a gelince memleket asayişe kavuştu ve insanlar kendi evlerine döndüler. Toros, Sultanın dostluğunu kazanmak için Berdus’u Sultana verdi. Bu, Stefane’nin isteği hilâfına oldu. Çünkü o bu şehri, zalim ve Hristiyanlardan nefret eden ve kendi tarafından öldürülen Türkün elinden cebren almış bulunuyordu.

 

[1] İsmailî veya Batınî tarikatı Karmatlardan neşet etmiştir. Karmatların menşei çok iyi bilinmiyorsa da umumiyetle malûm olan bir ananeye göre Hicrî 278 (15 Nisan 891-21 Nisan 891) tarihinde Khuzistan’dan Kufa yakınına gelmiş olan Karmatha adlı bir adam bu tarikatın müessisi olmuştur. Karmatların akidesi, İslâmlığın bütün esaslarını altüst ediyordu. Bu tarikat, halifelerin bütün ülkesi içinde süratle yayılmıştır. Kaldiya, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan, çok defa bunların çapulculuklarına sahne olmuştur. Onlar, Hicrî 313 (29 Mart 925-18 Mart 926) tarihinde, en kudretli şefleri olan Ebu-Tahir zamanında, Mekke’yi zapt etmişler ve Kâbe’yi kâmilen altüst etmişlerdir.

[2] Ebû’l-farac’a nazaran Stefane, 1469 (1157-1158) tarihinde kardeşi Toros’u öldürmek için bir komplo hazırlamış olup Toros bunu haber alınca onu tutmuş ve altı ay hapsetmiştir (ED. DULAUHIER).

[3] Papaz Grigor, Keysun şehrinin adının “güzel” demek olduğunu söylemekle ihtimal, bu kelimenin menşeinin mana ve telâffuz benzerliğinden dolayı Arapça “ Hassan” kelimesine bağlı olduğunu zannetmiştir (ED. DULAURIER)

[4] İsmailî veya Batınî tarikatı Karmatlardan neşet etmiştir. Karmatların menşei çok iyi bilinmiyorsa da umumiyetle malûm olan bir ananeye göre Hicrî 278 (15 Nisan 891-21 Nisan 891) tarihinde Khuzistan’dan Kufa yakınına gelmiş olan Karmatha adlı bir adam bu tarikatın müessisi olmuştur. Karmatların akidesi, İslâmlığın bütün esaslarını altüst ediyordu. Bu tarikat, halifelerin bütün ülkesi içinde süratle yayılmıştır. Kaldiya, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan, çok defa bunların çapulculuklarına sahne olmuştur. Onlar, Hicrî 313 (29 Mart 925-18 Mart 926) tarihinde, en kudretli şefleri olan Ebu-Tahir zamanında, Mekke’yi zapt etmişler ve Kâbe’yi kâmilen altüst etmişlerdir.

[5] Ebû’l-farac’a nazaran Stefane, 1469 (1157-1158) tarihinde kardeşi Toros’u öldürmek için bir komplo hazırlamış olup Toros bunu haber alınca onu tutmuş ve altı ay hapsetmiştir (ED. DULAUHIER).

[6] Papaz Grigor, Keysun şehrinin adının “güzel” demek olduğunu söylemekle ihtimal, bu kelimenin menşeinin mana ve telâffuz benzerliğinden dolayı Arapça “ Hassan” kelimesine bağlı olduğunu zannetmiştir (ED. DULAURIER)