Genç deve annesine sormuş:

"Anne niye bizim ayaklarımız bu kadar büyük?" 

Anne cevap vermiş:

"Çölde kuma batmamak için." 

Genç deve tekrar sormuş: 

"Peki, kirpiklerimiz niye bu kadar gür?" 

Anne tekrar cevap vermiş: 

"Çölde kum fırtınası olduğunda kum kaçmasın diye." 

Merakı yatışmamış olan genç deve bir soru daha sormuş: 

"Bizim niye hörgüçlerimiz var?" 

Anne deve sabırla yanıtlamış: 

"Çölde çok uzun süre susuz idare edebilmek için suyu hörgüçlerimizde depolarız." 

Sonunda dayanamayan genç deve sormuş: 

"Peki, bizim bu hayvanat bahçesinde ne işimiz var?"

***

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaş grubu sohbetinde oturmuş gezip gördüğümüz yerleri konuşuyorduk. Türkiye’deki tarihi ve turistik yerlerden bahsediyor, gezip görülmesi gereken yerleri kendimizce sıralıyorduk. “Şurayı gördüm, burayı göremedim” diye anlatırken bir yandan da görülmesi gereken yerleri de sıralıyorduk.

Bir ara çok yeri gezip gördüğünü söyleyen arkadaşa sordum:

“Gerger Kanyonlarını gördün mü?”

Arkadaş şaşkınlık içinde:

“Yoo, öyle bir yer mi var?”

Devam ettim:

“Peki, Çelikhan yüzen adalarını, Eski Besni’yi, Sincik’dekiHeron Kutsal Alanını, Gölbaşı’ndaki Vijne ve Altınlı Köprülerini gördün mü? Tut’daki yamaç paraşütü şenliklerine gittin mi?”

Arkadaş sanki çoğunu yeni duymuş gibi mahcup biraz da şaşkın şekilde sustu. Kendi memleketinde bulunan bu yerleri görmediği gibi çoğunu da duymamıştı.

Daha Nemrut Dağı’nı, Sahabe Hz. Safvan b. Muattal’ı, Arsemia’yı hatta yanı başımızdaki Perre’yi sormamıştım. Ve bir an “O mâhîlerkideryâiçredür deryayı bilmezler” sözü aklıma geldi.

Konuyu yukarıdaki fıkraya bağlayacak olursak fıkradaki genç devenin sorduğu soruyu biraz uyarlayıp şunu sorabilir miyiz?

“Dünyaca meşhur tarihi, turistik ve coğrafik yerlerimizin yanında İslam Dini ve İslam Tarihi açısından büyük öneme sahip, hakkında ayet nazil olan ve Türkiye’deki iki sahabeden biri olan Hz. Safvan b. Muattal’ı bağrında barındıran bir ilin hâlâ turizmden yeterli payı almamasını neye bağlıyorsunuz?”

Eminim yıllardır sorulan bir sorudur bu ve yine eminim yıllardır herkes kendine göre bir şekilde cevaplar veriyordur.

O halde?

Hâlâ neden bu haldeyiz?

Neden birçok kimsenin bir şekilde gündeme getirdiği, sorduğu, eleştirdiği, önerdiği, yol gösterdiği bu konu bir türlü yoluna girmedi?

Soruyu mu yanlış soruyoruz yoksa cevabımız mı isabetli değil? Sorması gerekenler mi suskun veya cevaplar duyması gerekenlere ulaşmıyor mu?

Öğrenilmiş çaresizlik mi elimizi ayağımız bağlayan ya da bildiğimiz cevabı söylemeye çekindiğimiz korkularımız mı var?

Kendisi ile yarışması gereken bir il olmamız gerekirken, kendisini aşamamış bir il vaziyetindeyiz.

Aslında siz de biliyorsunuz ki çok zor değil, Adıyaman’ın kendini aşması, kendisi ile yarışması, imrenilecek bir il olması gerçekten fazla zor değil. Ama tam olarak anlayamadığım, nedenini bilemediğim bir şeyler var bu memleketin önünde. Bu yıllardır böyle.

Yanılıyor muyum yoksa?